DEĞİŞİMİN İNSANLIĞA ETKİLERİ
Felsefenin babalarından Platon der ki; İnsan, toplumsal hayvandır.
Aristo der ki; İnsan düşünen hayvandır.
Ben 21.YY.da ikisinin de geçerliliğini kaybettiğine inanıyorum. Çünkü İnsan insan değil, hayvan hayvan değil artık. İnsanın şeytani düşünceleri, hırsları, kibiri ve önüne geçilemeyen güç ve kudrete tapmanın esareti, insanın hem ruhsal hem fiziksel durumlarını değiştirmektedir. Dünya’nın coğrafyalarında da durum giderek olumsuz bir şekilde değişiyor. Değişim sarmalının içinde insanlar hayvanlar ve doğa habire dönüyor, değişiyor dönüşüyor. Bu dönüşte hepsinin baskın özellikleri bir makinanın törpüsündeymiş gibi yontuluyor. İnsanın özündeki davranışlar, hayvanların vahşiliği, bitkilerin yararlılığı ve verimliliği değişiyor. Doğa ise; bu değişimlere karşı, etkili gücünü doğa felaketleriyle gösteriyor. İnsanlar vicdanlarını kaybediyorlar ya da vicdanlarının sesini duymuyorlar. İnsanlar tarafından en alt sınıf olarak görülen hayvanlar ise insanların kaybettiği vicdanlarını, koruyarak geliştiriyorlar. Bunu tüm yaşamlarında gösteriyorlar. Ne acı ve utanç verici bir durum değil mi?
İnek süt veriyor,
koyun yün veriyor, arı bal veriyor, örümcek böcek yiyor, yılan fare yiyor, İpek
böceği ipek üretiyor. Birçok bitki şifa veriyor. Bizi besliyor. Ama hiç biri
maaş almıyor. Hiç biri bize düşmanca davranmıyor. Hiç birisi yaşam alanlarını
yok etmiyor. İstedikleri tek şey sevgi güven ve karınlarının doyması. İnsanın
dışında bu kadar vicdansız olan başka bir yaratık var mıdır?
Varoluşçuluğa göre; varlığın, varoluşun özden, içerikten önce
geldiğini, yani insanın önce var olduğunu, daha sonra tutum ve davranışlarıyla,
eylemleriyle kendini sürekli olarak yarattığını, biçimlendirdiğini öne süren,”
İnsan ne ise o değil, ne olmuşsa odur” diyen 20.yüzyılda Fransa'da ortaya çıkan
bir felsefe akımı(Egzistansiyalizm) öğretisi bugün bize net
bir şekilde bu durumu açıklıyor.
İnsanlığın gelişimi, ateşin bulunuşundan itibaren olmuştur. İnsanlık tarihinde en önemli değişim ateşin bulunuşudur. Ateşin keşfedilmesi bizlere resmen çağ atlattı. Çünkü ateş demek yemekleri pişirmek demek, bu da daha besleyici yemek demekti. Bu sayede beynimizin gelişmesine katkı sağladı. Ayrıca ateş insanları bir arada tutarak hem ilişkileri güçlendirdi, hem de insanları soğuktan ve yırtıcı hayvanlardan korudu ve sosyalleştirdi. İnsanlık tarihindeki bir diğer büyük gelişme ise tarımdır. Tarım insanların bir arada olmasını ve sosyalleşmesini sağladı. Yaşamda seçeneklerin artmasına ve beslenmenin de etkisiyle daha çok öğrenmeye açık olmaya fırsat vermiştir. Bu sayede insanlar istedikleri alanda kendilerini geliştirmeye başladı. Örneğin: Bir kişi daha sağlam alet yaparken başkası daha çok buğday elde etmeyi öğrendi bu arada bir başkası daha çok meyve sebze toplayabildi. Ünlü filozof Herakleitos'un da dediği gibi,” Değişmeyen tek şey değişimdir. “ sözü her zaman geçerli oldu. Peki, şimdi tarih tersine mi değişiyor, yoksa insanın artan hırs ve isteklerine gem vuramaması nedeniyle güç zehirlenmeleri mi yaşıyoruz sorusunu sormak en doğru soru olsa gerek.
Bugün tarım yapılacak en değerli topraklarımızı betonlaştırarak katlediyoruz. Doğanın bize sunduğu nimetleri, kaybediyoruz. Ateşin verdiği enerjiyi, bilimin ışığında kullanıp pek çok teknolojik alet ve araç yapsak da, bizleri bir arada tutan enerjimizi ne yazık ki yok ediyoruz. Amacım, insanı ve insanlığı eleştirerek, yargılayarak aşağılamak değil elbette. İlkçağdan itibaren insanın gelişim evreleri çok sıkıntılı geçmesine rağmen insanlık adına pek çok buluş ve gelişmeler de yine insanlar tarafından yapılmıştır. Bugün insanlığın sağlıklı gelişmesinin en önemli buluşlarından biri aşılardır. Edwart Lenner'ın 1789 modern çiçek aşısını geliştirmesiyle, Louis Pasteur 100 yıl sonra, kuduz aşısını geliştirerek insanlığa en büyük hizmetini yapmıştır. ABD’de bulunan Pittsburgh Üniversitesi’nde virüs araştırma laboratuvarında Dr. Jonas Salk’tan da bahsetmek gerekir. O yıllarda (1952) yaklaşık 50 bin çocuk felci vakası görüldü. Şalk, formaldehitle öldürülmüş virüsten aşıyı elde etti. Bu aşıya inaktif polio aşısı ismi verildi. 1957’de aşının genel kullanıma girme etkisiyle bir yılda görülen çocuk felci hasta sayısı 5000’e düştü. Bu olayda ilginç bir nokta da Dr. Şalk’ın bulduğu çocuk felci aşısına patent çıkarmamasıdır. Eğer patent çıkarsaydı yedi milyar dolar kazanabilirdi. O ise bunun yerine ücretsiz aşının yaygın kullanılmasıyla insanları kurtarmayı seçti. Bu seçimiyle Dr. Salk, bir insanlık kahramanı değil midir?
1885`te dünyada ilk
defa çiçek aşısı uygulaması için Osmanlı`da kanun çıkarıldı. 1885`te dünyada ilk
kuduz aşısı bulundu. İki yıl sonra kuduz aşısı Osmanlı`ya getirildi ve (Kuduz
Tedavi Müessesi kuruldu.)1911 yılında tifo, 1913 yılında kolera, dizanteri ve
veba aşıları Türkiye’de ilk kez hazırlandı ve uygulandı. 1927`de verem aşısı
üretimi başladı.1940 yılında kolera salgını için Çin’e aşı gönderilmiştir. 1947`de
Biyolojik Kontrol Laboratuvarı kuruldu. 1950`de İnfluenza laboratuvarı Dünya
Sağlık Örgütü tarafından Uluslararası Bölgesel İnfluenza (grip) Merkezi olarak
tanındı ve influenza aşısı üretimine geçildi. 1983`te kuru BCG aşısı üretimine
geçildi.
Bugün Osmanlı’dan
beri toplum sağlığına verilen önem ve anlayış neden değişti? Cumhuriyet
döneminde toplum sağlığına verilen önem ve duyarlılıkla geliştirilen , sağlık
reformları neden korunmadı? Neden geliştirilmedi? Neden aşı üretim
merkezlerimiz işlevsizleştirildi veya kapatıldı? Dünya’yı kasıp kavuran covi19 pandemisinde,
aşılarımızı üretebilseydik, hem toplumsal sağlığımızın korunmasını, hem
toplumun devletine güvenin artmasını, hem de ekonomimize katkı sağlamaz mıydık?
Ama Türkiye’nin aşı karnesi kırıklarla doldu. İnsanlar aşı gibi doğru bir uygulamanın sadece
dış ülkelerden geldiği için aşı hakkında tereddütleri var. Çünkü aşılarla
ilgili birçok dezenformasyon (Yanlış bilgi ) var.
Öğretmenlikte çok önemsediğim bir nokta vardır. Yeni bir konu
anlatırken, öğrenci konuya hazırlıklı gelip anlatmak istese de, her zaman önce
ben anlatırdım. Çünkü insan beyni, yeni bir konu veya bilgi öğreneceği zaman
beyin ilk duyduğu bilgiyi kodlar. Eğer öğrenme sırasında, yanlış bir şey söylenirse,
o yanlışı düzeltmek için çok uğraşmak gerekir bazen yıllar bile sürebilir. Aşılar hakkındaki bilgi çarpıtma (yanlış
bilgi) ve bilinmezlik, başkalarının aşılarına muhtaç oluşumuz, hepimizi tedirgin etmektedir. Dr. Salk ‘ın,
bilimi insanlık yararına kullandığından beri, o zaman ki insanlığa verilen önem
ve değer, bugünkü insanlığa verilen
değer ve ölçülerle kıyaslandığında neden değişti? Neden şimdi insanoğlu aklını
ve bilimi bütün insanlık yararına kullanmıyor ya da insanlardan para kazanma
güç kullanma yönünde kullanıyor? Sanırım bunun yanıtı Hubris Sendromu (güç zehirlenmesi.) Bu sendromu Google’dan öğrenebilirsiniz.
İlk kez, Psikiyatrist David Owen ve Jonathan Davidson tarafından dile
getirilmiştir. Dünya’yı ve ülkelerini yöneten güçlü figürlerde bu sendromların görülmesi
çok olağan görülüyor. İnsanlığın lehine bile olan sonuçların, faturası hep
yıkıcı ve ağır olmaktadır. Büyük
salgın Dünya ‘da ve ülkemizde çok can almıştır almaya da devam etmektedir.
Aşılara olumsuz bakmak yerine en kısa sürede eski aşı merkezlerimizi daha da
geliştirerek yeniden kuralım ve kendimiz üretelim. Bilime güvenelim, bilimi
sevelim, sayalım ama bilimi doğru kullananlardan yana olalım. 30.06.2021
Lütfiye Kader
Uzm. Fen. Bilimleri Öğretmeni