Boyun eğerek yaşıyoruz. Ne kadar eğilirsek o kadar kemik kapıyoruz. Hem eğilmemizi istiyorlar hem de insan yerine koymuyorlar ama biraz kemikle idare et diyorlar. Çünkü kendileri eğiliyorlar ve insan muamelesi görmüyorlar ve eti az sıyrılmış kemiğe kavuşuyorlar, böyle olanlar da kendilerine gelenlere aynıyla hatta biraz daha acımasızca davranıyorlar. Zira sürekli yalayanlar, yalayarak varolanlar, it gibi sürünenler, başkalarının da kendilerinin yaptıklarının aynısını yapmalarını isterler, bilakis insan gibi yaşayanlara tahammül edemezler. Ben yapmışsam, o da yapacak diye düşünürler, başkaları da yapınca aynı şeyi içleri huzura erer. Bu dünyanın delik deşik olmuş tekeri böyle yürüyor. Haddizatında birer kemik yalayıcısından farkımız yok ama buna da eyvallah ediyoruz, zira varolacak cesarete sahip değiliz, sahip değilmişiz gibi görmek istiyoruz kendimizi, zira ayağa kalkamamamıza bundan daha iyi bahane bulmamız imkânsız, oysa bilakis fazlasıyla malikiz o cesarete. Bu dünyayı bizim sanıyoruz ve başımıza gelen her şeyi hak ettiğimizi düşünüyoruz ve dünyamızın düzeni bozulmasın diye başımıza gelen her şeye katlanıyoruz. Oysa bu dünya bizim değil. Dünya ne zaman dönüp bakmış bize? Baktıysa da gülmüş mü hiç? Var gibi, yok gibi bir dünya ve yok olan ama varmış gibi yaşayan insan. Gemisini yürütenin kaptan olduğu söyleniyor ama geminin nasıl yürütüldüğü umursanmıyor, aynı şekilde yürütemeyeceğin içinde boğulmak kaderin oluyor, zira gemiyi her türlü yürütmek her türlü insan olmak zorunda bırakıyor seni ve sen her türlü olamayınca gemiyi bir türlü batırmak zorunda kalıyorsun yani gemi illaki batıyor ve bahtına acılar denizinde yüzmek, zulme uğramak, it gibi korkarak yaşamak kalıyor. Oysa gemiyi yürütsen kaptan diye bakacaklar ama kimin kaptanı olduğun belli olmayacak. Kendi kendinin kaptanı olamayacağın ise gayet açıktır. Bu yüzden gemisini yürüten kaptan falan değildir ve bu bir aldatmacadır. Gemiyi birlikte yürütenler kaptan olabilirler ancak. Keza bana dokunmayan yaşasın diye diye hep yaşattık ama gün geldi yaşamımız çalınınca ve yaşamları çalınanlar kenardan izleyince onara kızdık sanki hakkımız varmış gibi. Hangi insanlığı gösterdin ki, bir insanlık beklemeye hak sahibi olduğunu düşünüyorsun? Biz böyleyiz işte, biz yaşayalım, başkaları ağlasa da olur isteriz ama kendimiz ağlayınca imdat çığlıkları atarız ve bu sefer de herkes bizi güldürsün isteriz. Alçak bir dünyada alçakça yaşarız. Bu dünya hiçbir zaman bizim olmadı, birilerine ait oldu hep, daha doğrusu o birilerine de ait olmadı, sadece onlara siz kaptansınız dendi ve gemiyi yürütmeleri söylendi ama kendileri için değil, büyükler için. Bizler hep ölmeye doğduk dünyaya, birileri ise bizim ölümlerimiz üzerinden edebiyat yapmaya ve dünya malına konmaya doğdular. Dünya bize gülecek olsa bile, dünyayla aramıza girdiler ve dünyanın gülüşünü gizlediler bizden. Bir çiçek kokusunu sunsa bize, o çiçeği kopardılar ve ayırdılar toprağından. Bizse hep bu dünya bizim sandık ve dünyanın nimetlerine aldandık, o nimetleri bize bırakırlar sandık, ulaşmak için insanlığımızdan vazgeçtik. Hepimizin olsun istemedik, birimizin olsun istedik ve bu yüzden de istediğimize kavuşmak için kemik yalayıcısı olmayı kolayca tolere ettik. Oysa hep birlikte yaşamayı tolere edeydik belki insan olurduk ve insanca yaşardık. Ne yazında ısındık dünyanın ne de şöyle keyiflice üşüttü kışı bizi ve ne de baharları çiçek açtı bizim için. Nasıl yaşadığımızı bilemeden hatta nasıl yaşayacağımızı anlayamadan tükendik gittik. Gerek öldük, gerekse ölenlerin salasını dinledik. Bizim kurşunumuz oldu hep aynı toprakta doğduğumuz insanların gövdesinde. Aynı topraktan doğduk, aynı topraktan can bulduk ama aynı toprakta kardeşçe bir arada yaşayamadık, yaşatmadılar bizi. Boş çuvallar gibi üst üste yığdılar bizi bir kenara ve zamanı geldiğinde fırlatıp attılar oraya buraya. Hep yaralandık, yaralarla yaşadık bu dünyada, bundan sonra da farklı olmayacak müsaade ettiğimiz müddetçe. Bu dünya bizim olmadı hiç, öyleyse bizim olmayan nasıl olurda bize ait olabilir ya da biz onu nasıl olurda bize aitmiş gibi görebiliriz ve kendi kendimizi aldatabiliriz? Bize ait kılabilir miyiz? Var mı cesaret? Cesaret vurup kırmak değildir, cesaret gerçekle yüz yüze gelebilmektir gerektiğinde ve daha başka… Biz cesareti hep yanlış bildik ve hep yanlış bilmeye devam ediyoruz, bu yüzden hiçbir şeye cesaret edemiyoruz.
BİZİM OLMAYAN BİZİM DEĞİLDİR...
Özgür DENİZ - 19.07.2021
Tarih: 19.07.2021
Okunma: 327
YORUMLAR
Yorumunuzu ekleyin.