Biz insançocukları ilk evvelde
bireysel yaşantılarımızda bir tecdide, sonra da toplum olarak açık ya da kapalı
yaşam kurallarında bir tecdide gitmeliyiz. Bireyler olarak gerçekten çok lakayt
bir yaşam yaşıyoruz, hiçbir şey umurumuzda değil, başka acılar bizi zerre
ırgalamıyor, başka mutsuzluklar umurumuzda değil hatta mutsuzluklardan mutluluk
üretmeye çalışıyoruz, bize dokunmayan bin yaşasın diyoruz hatta yaşaması için
müzahir oluyoruz. Bireylerin toplamı da toplum oluyor ve birey öyle olunca
yansıması olan toplumun da farklı olacak hali yok elbette ve maalesef toplum
olarakta aynıyız. Bireyin toplumu, toplumunda bireyi etkilediğini ve karşılıklı
etkileşimin değişimin belirleyici ögesi olduğunu unutmayalım. Yani günümüzde
bireyleri de, toplumu da anlamak gerçekten kabil değil, gerçi birey var mı
orası da başka bir mesele, zira birey demek zaten şikayetçi olduğumuz şeyleri
yapmayan demektir, yaptığına göre demek ki henüz birey olamamış ve hala sürünün
bir parçası olan asalaklarız. En başta birey demek özgürlükçü olmak demektir,
hayatına dair kararları kendi özgür iradesi ile alan veren demektir. Ama burada
yani bu ülkede böyle bir şey var mı? Çünkü gerçekten ciddi değişime ihtiyacımız
var. Bunun yolu da bireyin topluma etkide bulunması, toplumun da bireye tepkide
bulunması ve bu etki tepki neticesinde dönüşümün tahakkuk etmesidir. Ama gerek
kişiler olarak, gerekse toplum olarak adeta ölüyüz. Bugün tek tek bireyler
olarak yaşamlarımızda ciddi sıkıntıların olduğu muhakkaktır, böyle olunca
toplumsal yaşantımız da şirazesinden çıkmış bulunmaktadır yahut toplumsal
yaşantımız şirazesinden çıkınca bireysel yaşantılarımızda da başıbozuk
davranışlar tezahür etmektedir. Bir yerde bir bozukluk, yanlışlık olduğu
kesindir. Bu durumu gözlerimizle görmesekte, gönüllerimizde hissedebilmekteyiz.
Bir yerlerde bir adım atmak iktiza ediyor ama nerede? İşte bütün mesele bu; o
ilk adımı atabilmek ama nasıl, nerede, kim tarafından? Ve atan da, atmayı
düşünen de, atılması gerektiğini ifade eden de yok ve bu gerçekten çok acı.
Bizler bitevi kalıba odaklandığımız için, özü, detayı, küçük ve kör noktaları
görmekten ya da hissetmekten yoksun kalıyoruz. Böyle olunca da hem bireysel hem
de toplumsal yaşantımızın gayet normal olduğunu düşünüyoruz. Zaten ne bireysel
ne de toplumsal yaşamlarımızı murakabe etmekten çok uzağız. Belki de fark
edemeyişimizin sebebi de budur, çünkü murakabe yapsak fark edebilmemiz
kabilken, bunu yapmayınca gözden ırak kalıyor o küçük noktalarda ki büyük
yanlışlarımız. İşin en felaket tarafı haddizatında nedir biliyor musunuz? Biz
alışkanlıklarımızı yaşam edinmişiz ve alışkanlıklarla örülmüş yaşamlarımızı
öyle bir içselleştirmişiz ki, yaşadıklarımızın yanlış, yaşamamız gerekenin
doğru olduğunu kesinlikle düşünmüyoruz, aksine yaşadıklarımızın şeksiz ve
şüphesiz doğru olduğu ortak noktasında mutabıkız, sanki örtülü bir sözleşme
yapmışız gibi. Yani gerçekten bizi öldüren bir yaşamı nasıl oluyor da tolere
edebiliyor, kanıksayabiliyoruz anlaşılacak gibi değil. Biz hiçbir şeyi doğru
bilmediğimiz için, yanlış yaşadığımızın da farkında değiliz. Mesela;
yaşadığımız hayatı öyle bir kanıksamışız ki, hayatımızdaki yanlışlar gözümüzün
içine sokulsa da, hayır o yanlış değil doğru diyoruz. Biz öğrenmemişiz, bize
öğretilmiş ve biz öğretildiği gibi almışız, sindirmişiz, içselleştirmişiz ve
geriye dönüşümüz de bu sebeple kabil olmuyor.
EKSTRA NOT:
https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiyeye-yaklasan-buyuk-multeci-dalgasi-dunya-basininda-1853539