İnsanlığın yüce görevi; doğasının
bozulmasının önünde barikat olmak, kendine ait olan ama çalınan her şeyini geri
almak kavgasını vermek ve sömürüye geçit vermemektir yani insan onuruna yaraşır
bir yaşam için iktiza ediyorsa ölümüne kavga vermektir. İnsanlık ve halk
toprağında kutsal ve büyük alevler oluşturacak düşüncenin yıldırımlarının
insanlık ve halk toprağına düşmesini sağlamaktır ya da bu yöndeki çabalara
müzahir olmaktır. Elbette bir insan her şeyi yapamaz, bir şeyde başarılıysa
diğer şeyde başarısız olabilir ama başarısız olduğu şeyde başarılı olanlar
varsa onlara müzahir olabilir yani kavga için güçlerin birleşimine ele ayak
verebilir. Bugün insanlık toprağında tafra yapanlar ve halk toprağına egemen
olanlar engerekler ve çıyanlardır, bizim olan ürüne el koyanlardır. Bizler
böylesi bir durum muvacehesinde seyirci olamayız, olmamalıyız, behemehâl
elimizden geleni yapmak için gayret içinde olmalıyız. Elbette vuralım kıralım
demiyoruz ama tek başımıza da bişey yapabilecek halimiz olmayacaktır. Biz
yerimizi bilip, bilip duracağımız yerde gücümüzü birleştirip ve etkisi olacak
şekilde birleşik güç oluşturduktan sonra kuşkusuz bizim sessiz gücümüzün sessiz
ama etkili uyarısı dikkate alınacaktır diye düşünüyorum. Bizler bir yerde
yaşamın değil ölümün kavgasını vermekteyiz. Ya güzel ölümleri seçeceğiz ya da
sürünerek ölüp gideceğiz. Yani ya insanca anılacağız ya da arkamızdan; bir
sürüngen gibi yaşadı ve geberip gitti denileceğiz. Zaten yaşadığımız
varsayılamaz. Lütfen şöyle bir gözlem yapın, olan bitenlere odaklanın, kendi
toprağınızda düştüğünüz duruma bir bakın ve nasıl yaşadığınızı görün. İyi
yaşıyormuşsunuz gibi bir algıya kapılabilirsiniz ama fanus içinde bir yaşamın
neresi iyidir? Yürüdüğünüz yolların belirlenmiş olmasının, yapacağınız
hareketlerinizin tayin edilmiş olmasının, her şeyin sizin bilginiz olmadan
sizin için seçilmiş olmasının, söyleyeceğiniz sözlerinizin yazılmış olmasının,
sahip olacağınız şeylerin miktarının ölçüp biçilmiş olmasının neresi iyidir?
Özgürlük böylesi bir yaşamın neresindedir? Onur böylesi bir yaşamın hangi
köşesinde bizi beklemektedir? Bizim ağzımıza bir kaşık bal sürüp bizleri o bala
gizlenmiş zehirle narkozluyorlar ve istedikleri hayata intibak etmemizi
sağlıyorlar. Bunu algılamaktan, anlamaktan, duyumsamaktan ve gereken insani
tepkiyi vermekten nasıl uzak kalabiliriz? Zevahire odaklanıyoruz, gözümüz
çakılıp kalıyor gördüğümüz noktaya ve artık ince detayları bir türlü
göremiyoruz. Her şey perdenin ardında gizli ve her gizli şey perdeyi
indirdikten sonra aşikâr olacaktır! Lütfen perdeyi indirin ve alışılmış
şeylerden şüphe edip her şeyi sorgulamaya başlayın. Emin olun ki, gerisi çorap
söküğü gibi spontane gelecektir.
EKSTRA:
Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu
okuyunuz. Sevmeyebilirsiniz ama ne kaybedersiniz? Zaten kimi mutlak ve saf
sevgiyle severek okuyoruz ki? Sadece biz gerçeklerden bir parça sundukları için
okumuyor muyuz kahir ekseriyetle? Okumazsanız onlar mı kaybeder, siz mi?
Onların kaybedecekleri bir şeyleri yok ama siz çok şey kaybedersiniz. En azından
gerçeği öğrenmediğiniz için özgürlüğünüzü ve geleceğinizi. Çünkü bunlar perdeyi
indirenlerden, çendan birazcıkta olsa çekenlerden. Kaybetmezsiniz ama mutlaka
kazanırsınız. Okuyun!