Sevgili dostlarım, arkadaşlarım, kardeşlerim, saygıdeğer güzelinsanlar! Merhabalar. Kalbi ve baki muhabbetle selamlıyorum her birinizi. Öncelikle, aklınızla, kalbinizle, ruhunuzla dinleyip, hissedip, anlayıp ondan sonra vicdan anayasası temelinde adalet terazisiyle tartıp yargılamanızı isterim şayet yargılamak isterseniz. Gerekirse asın ama önce dinleyin. Vur ama dinle denmiş. Vicdanlarınızın buyruğu karşısında boynum giyotine hazırdır. Yeter ki adalet kılıcını hakikat bileylesin, suyu da vicdan olsun. Geçelim! Bu bir veda şarkısıdır, gidip dönmemek, dönüp görmemek var, gidenlere uğurlar olsun, kalanlara selam olsun. Hayat yolunda birlikte terennüm ettiğimiz şarkıya ne koyacağımı bilmiyorum, nokta mı yoksa virgül mü ama biraz da dinleyen olmak istiyorum galiba geride kalanların terennüm edecekleri şarkıyı. Saha dışına çıkıp izleyici olmak gerek bazen. Belki bir gün yine sahaya inmek yazgımızsa yapacak bir şey olmaz. Tüm farklılıklarımızla birlikte çok uzun zamandır birlikteyiz. Biraz ruhumu, beynimi, bedenimi inzivaya çekip dinlendirmek istiyorum. Hayat evinin dışına çıkıp çiçekli bahçesinde gezinmek istiyorum. Bana biraz müsaade. Dünden bugüne hayat, iyisiyle, kötüsüyle, acısıyla, tatlısıyla, düzlüğüyle, tepesiyle insicam içerisinde yaşandı gitti ve geldik bugünlere. Çok acılar çektiğim ne kadar da gerçek olsa da çekilen acılara yapışıp kalmadım hiçbir zaman. Oturdum, Tanrı’nın buyruklarını tertil, tedebbür, taakkul, tezekkür ile yeniden okudum. Başka türlü okumayı beceremiyorum zira. Çok düşündüm, gece gündüz düşündüm, çok sorular sordum, uzun sorgulamalar yaptım, her şeyin dip derinliğine dek çözümlemesini yaptım. Ve yine aynı minvalde sorgulamalarıma ilânihaye devam edeceğim. Ciğerlerim parça parça olurcasına her şeyi ama her şeyi analitik ve senkronize düşünerek tahlil ettim. Önüne, ardına, sağına, soluna baktım hayatın ve şeylerin, büyük sancılar çektim, manevi ıstıraplar yaşadım. Hayat konusunda alınacak her karar zordur bilirsiniz. Çünkü insan seçimidir, zira her yaptığı seçim kaderini tayin eder, kader yolunun taşlarını döşer. Çok uzun yürüyüşler eşliğinde düşündüm durdum mütemadiyen. Gökleri temaşa ettim bitevi ve gökler yoldaşım oldu bu uzun, zorlu ve çetin süreçte. Maziyi, anı, atiyi teşrih masasına yatırdım, amansız bir nefis muhasebesi ve murakabesi yaptım. Ölüler şehrine uğradım çok. Ölülerin nasıl da sessiz olduğunu, naçar olduğunu gördüm. Bitevi bana bir şeyler söylemeye çalıştıklarını duyumsadım. Sanki istimdat umuyorlar gibiydiler, zaten istimdada muhtaç olandan. Ellerinden gelse yeniden doğmak istediklerini, yeniden doğarlarsa daha doğru yaşamak istediklerini, ah bir kez yeniden gelebilseler dünyaya bu sefer hiçbir suça ve günaha ortak olmak istemediklerini söylemeye çalıştıklarını hissettim. Ateş sadece suçlulara dokunmuyor demeye çalıştıklarını duyumsadım sessizliğin kalbinden karanlığı yararak gönderdikleri mesajlarında. İşte böylesi zorlu ve çetin bir süreçten geçtim. Binaenaleyh basit saiklerle, bir anda, sıradan, alelade, alelusul bir şekilde alınmış bir karar değildir bu, zaten başka türlüsü de düşünceyi hayatının merkezine koymuş olan bendenizin seciyeme mütenasip olmazdı. Çünkü bu hayattı ve oyuncak değildi, basite alınamazdı. Ciddiye alınacak bir tarafı yok dense de olmuyor işte ve illa alıyorsun ciddiye. Gerçekten almakta gerekir ciddiye. Çünkü ölüm ve hesapta ciddidir. Daima insanlık çizgisinin üzerinde yürümeye çalıştım, üstüne çıkmaya da, altına inmeye de tevessül etmedim. Zira ifratta, tefritte, insan kalmak isteyenlerin ruhuna mugayirdi. Hayatta her şey madde değildir, bu sebeple maddi saiklerle alınmış bir karar da değildir bu, büyük mikyasta manevi saiklerle alınmıştır, kuşkusuz maddi boyutun da etkisi vardır ama küçücük hatta yok denecek bir yüzdeyle ifade edilebilir bu etki. Tanrı’nın bana inzivaya çekilip biraz ruhumu ve kafamı dinlendirmem gerektiğini fısıldadığını hissettim. Hayatım boyunca yegâne yoldaşım Tanrı’m oldu. En zor zamanlarımda O’nunla konuştum ve ona sordum sorularımı, bazen de sorguladım O’nu ama O hep anladı beni. Hayatım boyunca tek dostum, sırdaşım, sığınağım Tanrı oldu, bu yüzden dinlememek edebe mugayir olurdu. Binaenaleyh şimdilik vedalaşmamız icap ettiğine inanıyorum. Darılıp gücenmenizi istemem. Zira her vuslat gibi her firakta hayatın cilvelerindendir. Yalnızlık ve acı daima yoldaş oldu bana. Bu aşağılık dünyaya, kötülüğün baş tacı edilip, iyiliğin delilik ve ahmaklık sayıldığı dünyaya bir türlü alışamadım. İyiliğin ödüllendirildiğine, namuslunun saygı gördüğüne hayatım boyunca hiç tanık olmadım bu topraklarda. Bu topraklarda ne acıdır ki daima riyakârlık egemen oldu. Herkes bin maskeyle dolaştı. Kimse hakikate boyun eğmedi. Kendisi doğru olmayanlar daima doğru değil diye başkalarını eleştirdiler acımasızca. Bu çok acıdır ama gerçektir. Bu dünyaya motomot yapışıp kalmış insanlara bir türlü ısınamadım. Bu türleri asla anlayamadım, zira fani bir dünya için hiçbir şeyi harcamaktan çekinmediklerini gördüm. Her türlü ahlaksızlığı çok kolayca, umarsızca yapabildiklerine şahit oldum. Oysa gelişin bir dönüşü vardı ve dönüş apansızdı, kimin ne zaman döneceği asla belli değildi. Bu yüzden buraya burası sanki bakiymiş gibi sarılıp kalmak olacak şey değildi. Binaenaleyh sımsıkı sarılıp kalanları anlayamadım, haddizatında anlasam da anlayamadım. Dünya niye böyledir diye sorsam, dünyaya tapanlar yüzünden derim tereddütsüz olarak. Ne dünya bendenizi sevdi ne de bendeniz dünyaya bir türlü gönül veremedim. Bilmiyorum nedendir ama bu dünyayı hiç sevemedim, sevemedim işte, niyedir bilmiyorum ama dünyasız yaşamayı tercih ettim hep. Belki de kötü olmayı beceremeyişim ve kötü olmaktan yana korkak biri olmamdan dolayı olabilir. Yahut dünyanın peşinden koşmaktansa yaşamayı tercih ettiğimden dolayı da olabilir. Kötü olamadım bir türlü. Bir de maddeye tapamadım hiçbir zaman. Bir kulun hakkına girmekten ömrümün her anında çok korktum. Bir kalbi kırmaktan, bir mideye girecek olana musallat olmaktan çok korktum. Madde peşinde koşarsam yaşamayı ıskalayacağımdan çok korktum. Zaten hayat felsefem de hep paylaşmak oldu, biriktirmekten hiç hazzetmedim. Gücüm olmadı hiçbir zaman her şeyi istediğim şekilde yapmamı sağlayacak. Gücün gölgesinde yaşamayı da onuruma yediremedim. Çünkü hiçbir zaman, bu dünyada ki gücün mutlak sahibi olan devlete tapmadım, onun kulu ve kölesi olmadım, dolayısıyla güçten de mahrum kaldım. Ben ona çok şey verdim ama o bana hiçbir şey vermedi, versin diye mi verdim, asla ve kata ama umurumda mı, zerre değil. Nedamet duyuyor muyum? Ruhuma sormam gerek. Belki gerçekten değer vermesini isterdim, ben istemezdim yine de ama adalet bunu gerektirirdi. Zira adalet insan haysiyetine saygı demekti. İsteseydim devletin gölgesine sığınır ve istediğim gibi yaşardım ama bu onursuz bir yaşam olurdu. Bunu da gerçekten yapardım isteseydim ama dediğim gibi kötülük yapmak benim işim değildi. Devlet Tanrı değildi ve onun günahlarına ortak olamazdım. Ölülerin sessiz çığlıklarının büyük sebebi de ortak oldukları günahlar değil miydi, işlediklerinden daha çok? Bendeniz ise onurum için yaşadım ve savaştım ilk günden bugüne, onursuz yapamaz, yaşayamazdım bu sebeple. Elimdekilerin metazori alınıp boş gözlerle bakınmakta buldum bazen kendimi. İçim acıdı mı? İnsanım nihayetinde. Velâkin aldırma gönül yürü geç git dedim, küçük düşünmedim hiç. Ne elime geçenle sevindim, ne elimden kaçana üzüldüm, çünkü böylesi basit şeylere takılıp kalmak bana göre değildi. Elbette hak ettiğim bir şeyin metazori alınmasını da asla ve kata tolere etmedim, naçar kalsam da böylesi bir durum muvacehesinde. Daima doğruluk güneşinin gölgesinde gölgelenmeye çalıştım. Şimdi de gücüm yok. Tanrı’dan başka iltica edeceğim bir makamda yok. Lütfen yanlış anlamayın ama bu dünyanın acı bir gerçeği olduğu için söylüyorum; bu ayrılığa kızıp, elimdekiler metazori alınmak istenirse, ki elimde olan bir şey de yok ya, istenmez ama, istenirse alınabilir. Tensip eder miyim böylesi bir eylemi? Asla etmem ama güç karşısında naçardır insan. Yapabileceğim bir şey yok ve olmaz, dediğim gibi çünkü gücüm yok. Bu vicdanlara kalmış bir şey. Adalet duygusunun ve ahlakiliğin benliğimizde ne kadar yer ettiğine bağlı bir şey. İnançlarımızın ruhumuzda, beynimizde ve benliğimizde ne derecede yer ettiğine bağlı bir şey. Yine boş gözlerle bakıp kalmak kalır bana böyle bir durumda. Fani dünya, geçip gidiyoruz işte. Hayal gibi bir hayat yaşıyoruz; acı ve hüzün yüklü. İnsançocuğuna mutluluğun, huzurun, bir yudumluk sevincin çok görüldüğü bir dünyadayız. Her şeyin bir hesabı olduğuna inanıyorum ve bir gün hepimiz büyük mahkemede hesaplaşacağız elbette insançocukları olarak. Müslüman olduğunu söyleyenlerin her zaman emrolundukları gibi dosdoğru olmaları gerektiğine inandım ve fasılasız bunu tavsiye ettim durdum ama buna çok az kişide şahit oldum dünya yurdundaki hayat evinde. Müslümanlar hep konuştular ama çok az yaptılar. Oysa Mevdudi sonsuz haklı olarak şöyle demişti: “İnançlarınız hakkında ne söylerseniz söyleyin, gerçeği meydana getiren uygulamalarınızdır. Sadece konuşmak hiç bir anlam taşımaz.’’ Müslümanlar mütemadiyen karışlarında duranları suçladılar ama neyle suçluyorlarsa aynı suçları maalesef işlemekten imtina etmediler. Yani maalesef söylemlerdeki gibi olmadı hiçbir şey, konuşmaktan başka bir şey görünmedi. Oysa hayat söylem değil eylemdi ve eylemdi doğuran sonucu. Çünkü imanları boğazlarından aşağıya inemedi ve münhasıran akıllarıyla inandılar ama inançları kalplerine dokunmadı. Zira Müslümanca bir eylem ancak kalbe inmiş bir imandan doğardı, bu yüzden doğmadı. Keza Ebu Müslim Horasani de şöyle demişti: “Müslüman öyle davranmalı ki; herkeste; insan görmek isteyen Müslümanlara baksın! Sözü işitilsin.” Böylesi bir şeye şahit oldunuz mu? Müslümanlar bunu gerçekten başarabildiler mi? Buna vicdanlarınız karar versin. Kaç Müslüman gösterebilirsiniz bu sözle mütenasip duruşa malik olan? Kusura bakmayın bendeniz açık olmayı, konuşmayı tercih ettim hayatım boyunca. Oscar Wilde der ki; “İkiyüzlü insan pazar tezgâhı gibidir. Öne iyilerini koyar, arkası hep çürüktür.” Hayatım boyunca tek yüzüm oldu, hiç maskeli dolaşmadım, yaşamadım. Bu yüzden zevahirim de batınım da hep aynı oldu. Şöyle görünüp böyle, böyle görünüp şöyle olmadım. Şerefimi çıkarlarıma feda etmedim. Çünkü bu dünyada insançocuğu zaman içinde her şeyi kaybedip kazanabilirdi ama şerefini kaybetti mi bir daha kazanması muhal ender muhaldi. Her daim fikirle savaştım. Bu yüzden bir eve girişimde fikir temelinde oldu, bir evden çıkışımda, öyle basit ve ucuz çıkar hesaplarıyla seçimlerde bulunmadım ve fikir değiştirmedim. Böylesi bir ölümü daima aşağılık bir ölüm olarak telakki ettim, bendeniz ise hep onurlu ve yüksek bir ölümü arzuladım. Daima gerçeğin peşinde ve yanında oldum. Buradaki nice dostlar buna şahittirler hatta şu hayatta tanıdığım tüm insanlar şahittirler. Bugüne kadar mideme bir gram kul hakkı girmedi ve yine tek bir dosta ihanetim olmadı. Fasılalı olarak hep sordum, hakkını yediğim, ihanet ve kahpelik ettiğim tek bir kişi varsa çıksın ve hak talep etsin, hakkı olan hakkını alsın dedim ama bugüne dek tek bir kişi çıkmadı. Elbette çıkabilirdi ama çıkmadı, çünkü bu minvalde soysuz eylemlerim olmadı. Elbette böylesi bir durum bendeniz için büyük bir onur ve gururdur. Gerçek elimde bir meşale oldu ve karanlığa karşı gerçeğe sığındım, yoldaşım hep gerçek oldu savaşımda. Çünkü eğrisi olmayan insanların tercihidir bu. Hayatım boyunca kendimle savaştım, ruhumda hep bitmeyen bir savaş oldu, amansız bir savaştı bu, kendin olmak savaşı, ruhumda ki nice insanların ölümüne tanıklık ettim uzun ince hayat yolunda. Ya yalnızlığı tercih etmek zorunda kalacaktım ya da yanlışlara direnmek zorunda, bendeniz yalnızlığı yanlışa şayan buldum. Zira İbn-i Haldun’un dediği gibi; ‘’dikkatli düşünen insan, doğruyu ve yanlışı birbirinden tefrik edebilir.’’ İşte bendeniz de yaptığım tefrik neticesinde böylesi bir tercihte bulundum. Albert Camus’un sözü kayda değerdir bu tercihte; “ölüm yalnız başınadır, kölelik ise ortaklaşa.” Bendeniz yalnızlığı ve yalnız yaşayıp yalnız ölmeyi seçtim. Çünkü insan doğmuştum ve kölece yaşamayı tolere edemezdim. Bana vurulan zincirleri kırmak ve insan olmak zorundaydım. Hani Hz. Ali diyordu ya; “insan dünyaya özgür doğmuştur ama dünyada zincirlenmiştir” diye. Bu yüzden zincirlerimi kıra kıra yaşadım hayatımı. ‘’Bütün insanlığın önünde eğilerek özür diliyorum: beni yanlışlıkla çıkardılar sahneye.’’ Böyle diyordu Oğuz Atay. Benimkisi de böyle bir şey oldu. Birgün bir adam geldi yanıma, kendi halimde oturup dururken; gel kardeşim seninle beraber yürüyelim bu yolda, farklı olabiliriz ama güzel şeyler olacağına inanalım, senin bu yolda birlikte yürümeye evet demen çok önemli bizim için dediler. Kim bilir, belki dedim ve dâhil oldum aranıza, böylece sahneye atılmış, hayatın kıyısında dururken içine girmiş oldum. Zaten o dönemlerde büyük gel-gitler yaşamaktaydım, büyük sorgulamalarla sarsılıyordum. Haddizatında hep hayatın kıyısında durmayı tercih ederdim normal şartlarda, etsem de daha isabetli olacakmış ama böyle olmuş demek ki. Hiçbir zaman particilikle, mezhepçilikle, gurupçulukla işim olmadı. Zaten hayatım boyunca hiçbir partim, şeyhim, gurubum da olmadı. Her daim partim de, mezhebim de, gurubum da hakikat oldu. Zira hakikatin beni insanlık yoluna soktuğunu, diğerlerinin ise insanlığın yolundan çıkardığını hissettim daima, bu yüzden de diğerlerinden kaçıp hakikat evine sığındım. Hakikat önderliğinde ezilenlerin yanında olmayı tercih ettim hayat yolunda. Zira bu dünyanın ekonomi politiğini tüm teferruatıyla çok iyi idrak etmiştim. Ve ekonomi politik olmadan hayatın hiçbir yönünü anlayabilmek kabil değildi. Kendi adamda yapayalnız yaşayıp giderken insanlık denizinin içine atılıverdim ansızın uzanan o elle. Azgın dalgalarla mücadele ettim her an o denizin içinde, çok gel-gitler yaşadım. Ama kötülerin belini bir parça bükmüş olsam da, kötüleri yenmeyi başaramadım. Elbette bu hep böyle sürüp gidecek değildir ve bir gün kötüler ve kötülük mutlaka yenilecektir. Ama her şey bir anda olmuyor işte, hayat bitmeyen bir kavgadır. Tarih hep iyilerle kötülerin, ezenlerle ezilenlerin kavgasına tanıklık etmiştir ama ne garip ki hepte kötülerin, ezenlerin zaferine tanıklık etmiştir. Böyle bir dünya burası, ne yazık ki şans iyilere pek gülmüyor. Gülse de kullanmalarına fırsat verilmiyor. Çünkü kötüler bir ahtapot gibi sarmışlar hayatı ve insanlığın kanını içiyorlar vampir gibi. Çok acı ama gerçek bu. Dediğim gibi elbette bu hep böyle sürecek değil, kötüler, ezenler birgün mutlaka yenilecekler ve iyiler zafer tacını giyip görkemli geleceği inşa edecekler hep birlikte tüm unsurlarıyla. Bu inancımı da hiç kaybetmedim. Zira Tanrı der ki; ‘’biz ezilenleri yeryüzünün varisleri, önderleri kılmak istiyoruz.’’ İşte bu vaattir içimdeki inancı güçlü ve daima canlı tutan. İnsanlığın yükselişi mücadelededir. Tarihin, ezilen büyük insanlığın devrimiyle birlikte yeniden başlayacağına yönelik inancım tamdır. İnsanı diri tutan, ideallerine olan inancı ve bağlılığıdır. Şimdilik çok yoruldum, adeta yorgun bir vapur misali hayat denizinin tam ortasında kalakalmışım. Ruhum, aklım, gövdem çok acıyor. İçim paramparça. Acılardan acılara sürgün misali bir dünya hayatının tutsaklarıyız. Bendenizi acılarımla ve küçük sevinçlerimle baş başa bırakmanızı istirham ediyorum. Gönül koymanızı istemem. Mukadderat değiştirilemez. Hakkınızı helal ediniz lütfen, ben hakkımı hepinize helal ediyorum. Elbette yine görüşeceğiz, aynı dünya yurdundaki aynı hayat evinin içindeyiz. Hoşçakalın!
Sözümüz Nurullah Genç’in dizeleriyle hitam bulsun.
"Birgün, dostların ıslanmış çehrelerine
Son defa, hasretle bakar giderim."
NOT: Artık mutlak ve muhakkak olarak hür ve
bağımsız, mutlak ve muhakkak olarak zincirsiz ve prangasız bir insan konumunda
hayatın kıyısındayım. Bir dağın tepesine oturup ovaları temaşa edeceğim.
Hayatın ıssız ve sessiz kıyısından ezilen insanların ve halkların kavgasına
tanıklık edeceğim. Tüm insanlığa eşit mesafede. Daima adalet, daima hakikat,
daima barış, daima kardeşlik, daima hürriyet, daima eşitlik, daima eylem, daima
direniş. Ezilen ve sömürülen insanlığın görkemli geleceğini hep birlikte büyük
insanlığın yüce ilkeleri temelinde ve aklın ışığının aydınlığında inşa
edeceğiz. Hayatın cilvesidir; vedalar ve merhabalar. İnsanlığın
yükselişi, bitmeyen kavgasıyla mütenasiptir. Nice bitişler yeni başlangıçları
doğurur. Gönülde doğan güneş, gövde de batmaz.