Zaman içinde hantallaşmış, gereğinden
fazla obez olmuş bir dünya ile karşı karşıyayız. Ezilenlerin, yoksulların,
mazlumların haklarıyla boğazına kadar dolmuş ve kusmasına ramak kalmış bir
dünya ile karşı karşıyayız. Yedikçe şişen, şiştikçe daha da iştihası artan ve
leşin başından bir türlü ayrılamayan, leşle belendikçe illetleşen komprador
pezevenklerle karşı karşıyayız. Bu dünyayı palyatif çözümlerle iyileştiremeyiz.
Daha kalıcı çözümler bulmak zorundayız. Sisteme odaklanmalıyız. Çünkü
kapitalist sisteme odaklanmadıkça, çözümü hep başka yerlerde arayacağız ama
çözüm diye gördüğümüz yine çözümsüzlüğün kendisi olacak ve her şey yeniden bir
kördüğüme dönüşecektir. Bu dünyayı yıkmak ve yeniden bir dünya yapmak gibi bir
şeyden söz ediyorum. Her şeyin bir mevsimi vardır, yapmanın olduğu gibi yıkıp
yeniden yapmanın da bir mevsimi vardır. Ve bizim kapitalist sistemi boğazlamak
gibi ödün veremeyeceğimiz bir ödevimiz bulunmaktadır. Çünkü çöküp kalmış,
esnekliğini kaybetmiş, geçişkenliği yok olmuş bir dünyada nasıl olurda insanca
yaşanacak kurtarılmış bir bölge oluşturabiliriz yahut bulabiliriz? Bu kabil
değil, çünkü temiz bir sahası kalmamış, bakir bir alan bırakılmamış üzerinde.
Her zerresiyle kirletilmiş, yağmalanmış, talan edilmiş. Vandallar gibi
saldırmışız ona. Adeta tecavüze uğramış, vandallaşmış insan görünümlü
yaratıklar tarafından. Berraklığı, bakirliği, temizliği, serinliği, esenliği
yok edilmiş. Dağlarını soymuşuz, ovalarını çölleştirmişiz, nehirlerini
kirletmişiz, denizlerini çöp havuzuna döndürmüşüz, doğal alanlarını yağmalamış
ve yapaylığa büründürmüşüz. Ne kaldı geriye? Söyleyin böyle bir dünyada, hangi
köşe otantik haliyle var kalmayı başarabilmiştir acaba? Böyle bir şeyin
olabilirliği üzerinde düşünmek bile saflıktır en hafif tabirle. Günahsızmış
gibi, insanmışız gibi dolaşabiliyoruz ama, bu hale getirdiğimiz dünya üzerinde.
Şimdi bizler neyiz, kimiz, neciyiz? Cevap versek suçlu biziz ama değil mi?
EKSTRA:
Abimsin benim ya. Muhteşemsin,
harikasın. Dindar adamsın yani. Yerli ve millisin nihayetinde. Din anlatıyorsun
sürekli bize, seviyoruz seni. Allah diyorsun, peygamber diyorsun, kitap
diyorsun, milliyetçi ve İslamcısın, muhafazakârsın. Ne derlerse desinler aynen
devam abim benim. İnan ki cennetlik adamsın. Zaten başka kim gider ki
Müslüman’dan başka cennete? Biz kurtulanlardanız abim, çünkü Müslüman’ız. Allah
için yaparız yaptığımız her şeyi. Yani bu ülke bizim, bu devlet bizim, her şey
bize helaldir yani. Kendileri yiyemeyenler kızıyorlar bize. Yemesinler de
zaten. Yiyip yiyip bayrağı indirecekler, vatanı böldürecekler, ezanı
susturacaklar. Müsaademi edelim yani?
Ne bu şimdi, ne alaka, hadi işinize.
https://www.sozcu.com.tr/2022/yazarlar/necati-dogru/iktidara-kapak-muhalefete-uyari-6867876/
Bence bu adamı her gün okuyun.
Haksızlık karşısında susan dilsiz
şeytandır.
Hastaya Tanrı şifa versin denilir.
Büyük geçmiş olsun. Tanrı acil şifalar versin, bidaha da göstermesin.
O vakit şimdiden toplama zamanı her
şeyi. Yoksa ölebiliriz.
Katacak tabi, ne sandınız. Bayrak
inmez, ezan susmaz, vatan bölünmez. Bu milletin çocukları işsizken, aç açık
gezerken bu ne oluyor demek istiyorsunuz de mi? Yemezler. Yerli ve milli olmayı
becerin ilk önce.
DÜŞÜNMEK VE SORGULAMAK ZORUNDAYIM
Asil 2500 vekil 30000. Şimdi biri
çıksın ve bana bunu dinle ya da töreyle yahut büyük insanlık umdeleriyle
ittihaz ettirsin. Ettirirse de etmezsem namussuzum. Zira hakikat muvacehesinde
boynum kıldan incedir, dilim lal olur. Asilin tattığı tek bir zevk yok, vekilin
tatmadığı hiçbir zevk yok. Sürünen asil, uçan vekil. Yalan mı, yanlış mı? Yalan
deyin, yanlış deyin ve bu gerçek çıksın, o vakit cümle âlem yüzüme tükürsün.
Şerefim ve namusum üzerine yemin ediyorum ki, asil elektrik yakmıyor erkenden
yatıyor, doğalgazı az yakıyor battaniye ile ısınıyor, televizyon izleyemiyor
erkenden kapatıyor yani en hayati ihtiyaçlarını bile gönlünce kullanamıyor,
değil ki zevklere sıra gelecek, bunu bizatihi bildiğim için bu kadar ısrarla
söylüyorum. Ve ne garip ve acıdır ki, bu insanlar, varlıkları vatana feda olan
insanlardır ve varlıklarını feda ettikleri vatanlarında varlıkları yoklukları
belli değildir. Bir vekil, bir asilin bir ayda aldığını, bir masada bırakmıyor
mu? Asil köle, vekil efendi. Ne kazanılıyorsa ortak topraklar üzerinde
kazanılıyor. Kazanılıyor da, burada da yine çalışan, ter döken, kan döken, yaş
döken, emek veren asil, oturup her şeyin önüne gelmesini bekleyen yahut
başkalarının da önündekine göz diken vekil. Aldığıyla yuvasına huzur
getiremeyen asil, aldığıyla bin yuva kuran vekil. Evet, buyurun nasıl
hüccetlendirecekseniz hüccetlendirin, nasıl ıskat edecekseniz edin, aklımı ve
vicdanımı nasıl ikna edecekseniz edin. Ama bunu mutlaka yapın, mutlaka.
Yapmazsanız olmaz çünkü. Herkes nezdinde olabilir belki ama benim nezdimde
olmaz. Yoksa böylesi bir dengesizliği, tutarsızlığı asla ve kata tasvip ve
tensip etmeyeceğim. Yoksa metazori ettirir misiniz? Bunu şedit bir adaletsizlik
ve kul hakkı olarak değerlendireceğim. Ki, söylediğimi yapamazsanız zaten böyle
olduğu mutlak ve muhakkak olarak hakikattir. Başka nasıl değerlendirmemi
istersiniz? Çünkü ben mal değilim, dar kafalı değilim, alık ve bön değilim.
Öyle önüme konan her şeyi yemem. İspatı olmayan, aklın ve vicdanın tasvip ve
tensip etmediği bir şeyi tolere etmem, etmek zorunda da değilim. Hayır, hangi
hakla, hukukla böylesi bir şey kabildir? Ben böyleyim arkadaş. Sorgulamadan,
hesap sormadan yapamam. Daha derin sorgulama yaparsam çok farklı şeyler çıkar
ortaya. Binaenaleyh detaya girmeyeceğim. Çünkü ancak böyle yaptığım zaman insan
olduğumu hissederim yoksa insan olup olmadığımdan şüphe ederim.