Bu dünyayı
babalarının çiftliği sanıp, yoksulları maraba gibi görüp, yoksulların
terlerini, yaşlarını, kanlarını, emeklerini sömürüp, onların çaresizliklerinden
ve güçsüz oluşlarından faydalanıp, onlara acılardan başka bir şey bırakmayıp,
yoksulluğu sürekli besleyip ve o yoksulluk üzerinden kendilerine rant ve
egemenlik devşirip, onların haklarını gasp eden pezevenklerin karınlarında ve
sırtlarında acıklı bir azaptan ve alevli bir ateşten başka bir şeye
dönüşmeyecektir o haklar. And olsun ki, şeytanın maşaları ve hadimleri olan bu
pezevenkler iki cihanda bunun bedelini çok ağır şekilde ödeyeceklerdir. Ve yine
and olsun ki, o gün şeytan bizi aldattı bile diyemeyeceklerdir, zira şeytan
onların bu kirli niyetlerini, kanlı pazarlıklarını ve aşağılık kişiliklerini
afişe edecektir ve o gün temize çıkacak olan sadece şeytan olacaktır bu
şeytandan da beter insanımsı pezevenkelerin karşısında. Bilmezler mi ki,
şeytanın yol arkadaşlığı darağacına ulaşana dektir? Şeytan, insanımsı
şeytanların yanında masumların en masumudur. Ama bu insanımsı şeytanlar kendi
elleriyle yaptıkları her şeyi şeytana hamletmekle temize çıkacaklarını
sanmaktadırlar. Onlar her şeyi bile isteye, göre göre, farkında ola ola
yaparlar da, belalar yağmur gibi yağınca hemen şeytanı itham ederler. Şeytanın
zaten suçlu olduğunu ve bile isteye yapılan kötülüklerden dolayı hiçbir zaman
suçlu sayılamayacağını bilmektedirler oysa. Şeytan bu insanımsı şeytanların
yanında tabir caizse pir-ü paktır. Kendi elleriyle yaparlar da şeytan yaptı
derler. Yoksullardan çalıp her şeyi iddihar eylerler ve mütemadiyen sayıp
dururlar da, sonra o sayıp durdukları şeyin altında kalınca şimdi durup
dururken nasıl böyle oldu diye sorar dururlar. Her şeyi nasıl da ölçüp, biçip,
tartıp yapmışlardı oysa ve nasıl da bilmektedirler her şeyi. Bilmezlikten gelmelerinin kendilerini
kurtaracağını sanırlar pezevenk şeytanın bu pezevenk çocukları. Sahip oldukları
gücün, servetin, mülkün, makamın kendilerini kurtaracaklarını sanmaktadırlar.
Nasıl da yanılmaktadırlar. Bu evrende, dört koldan insanlığı muhasara altına
alınca, kendilerini evrenin tanrısı ilan edince, ölümü bile bir süreliğine
servetleri sayesinde yenince, bir de üstüne ölümsüz olduklarını düşünüp bu
evrende sonsuza kadar varolacaklarını sanınca her türlü soysuzluğu, pezevenkliği
istedikleri gibi yapabileceklerini ve yaptıklarının cezasız kalacağını
varsaymaktadırlar. Öyle ya, bu evren de her türlü pisliği yaptıkları halde
hiçbir ceza ile karşılaşmamaktadırlar, karşılaşmadan da bu evrenden
ayrılmaktadırlar, bu yüzden de sonsuza kadar karşılaşmayacaklarını, her şeyin
yapıldığıyla, olduğuyla, yaşandığıyla kaldığını sanmaktadırlar. İnsanca yaşamak
mı zormuş, şeytanca kötülüklerin cezasını çekmek mi elbette göreceksiniz. Biraz
daha bekleyedurun, gelecek gelmekte olan elbette! Daha dün gelmedi mi,
yaşamadık mı, insanlık ölümden beter bir yaşama mahkûm olmadı mı ve elan da
yaşamıyor muyuz, herkes cehennem gibi bir hayata tutsak kalmadı mı, kim kimin
elini tutabildi, yüzüne bakabildi, kim ağız tadıyla yiyip içebildi? Ne çabuk
unutuldu ya da unutulmakta olan bitenler? Tekrar olmayacak mı, gelmeyecek mi
sanıyorsunuz belaları, felaketleri, kendi ellerinizle çağırıyorsanız elbette
gelir, gelecektir. Sonra suçu başkalarına atmayın soysuzca, şerefsizce,
kahpece.
EKSTRA:
Niye çekiniyoruz, niye geri duruyoruz, oysa mutlu olmalıyız,
memnun olmalıyız, gururla ve onurla söylemeliyiz. Bu ülkeyi İslamcısıyla,
Milliyetçisiyle, yerlisiyle, millisiyle sağcılar yönetiyorlar. İslamcı ve Milliyetçi
olmaktan gurur duyanlar, bunu her ortamda dile getirenler niye böylesi bir
gerçekten kopuklar, oysa büyük bir zevkle, hazla, övgüyle söylemeliler, imtina
edecek bir şey yok ki. Hem de mutlak egemen olarak, mutlak iktidar olarak
varlar, etkinler, hâkimler, egemenler. Yani tek bir İslamcı, Milliyetçi çıkıp
söyleyebilir mi bu ülkeyi İslamcıların ve Milliyetçilerin yönetmediğini? Bundan
onur duyulması lazım oysa, söylemekten imtina etmek yerine kıvançla söylemek
lazım, ne güzel işte bu ülkeyi İslamcılar, Milliyetçiler yönetiyor diye. Hayır,
yani böylesi bir gerçeği niye saklayalım ki? Şu an bu ülkeyi İslamcılar ve
Milliyetçiler konsorsiyumu yönetmiyor mu, ikisi de mutlak etkin ve egemen
olarak, ikisi de uçan kuştan bilgi sahibi olarak. Bu inkârı imkânsız bir
gerçekken nasıl inkâr edilebilecek ve hem niçin inkâr edilecek, mutlu olalım,
sevinelim, gurur duyalım yani. Tepeden tırnağa her şeye, her yere hâkimler,
mutlak belirleyiciler hayatın her boyutunda. Bunun böyle olduğunu da çocuğundan
yaşlısına herkes bilmelidir, bilmelerinde sakınca yoktur. Hem yirmi yıldır
yönetiyorlar, ne güzel değil mi, bir nesil böyle büyüdü, bunu inkâr etmek
yerine kabullenmek gerekir. Bunu bilmemezlikten gelmek yerine bilakis bilmek ve
bununla gurur duymak gerekir öyle değil mi? Hatta Milliyetçilerin daha etkin ve
egemen oldukları bile söylenebilir. Ne var bunda kötü bir şey mi ki? Ama inkâr
edilse bile, herkesin ama herkesin bunun böyle olduğunu, inkâr edilemeyecek
kadar böyle olduğunu bilmesi gerekir. İnkâr edilse bile inanmamanın mallık
olacağı bilinerek inanmak gerekir. Çünkü ben mal değilim, gözlerim görüyor,
aklım çalışıyor. Şeksiz ve şüphesiz olarak, mutlak gerçeklik olarak, inkârı
imkânsız bir olgu olarak bu böyledir, gerisi yalandır, hikâyedir. Utanılacak
bir şey yoktur.