Şeytan,
onurlu insandan hazzetmez, insanı daima onursuzca yaşamaya sevk eder, zira
onursuz insanı kolayca oltasına takacağını bilir ama onurlu insanın yanına bile
yaklaşamaz. Çünkü onurlu insan şeytanın kirli tezgâhlarına pabuç bırakmaz,
neyin ne olduğunu, çarkın nasıl döndüğünü çok iyi görür, çendan görmek
mücadelesi verir. Çünkü onurlu insan zorbalığa geçit vermez, zorbalığa
yeltenene meşru savunma hakkını hatırlatır. Zira onurlu insan hürriyetinden ne
vazgeçebilir ne de taviz verebilir, o özgürlüğünün yani insanca yaşamanın
pazarlığını yapmaz. Mesela; Tanrı bile Peygamberine dedi ki; sen bir zorba
değilsin, sadece uyarıcısın. İşte bu sebeple Peygamberin yapmadığını kimsenin
yapmaya hakkı ve haddi yoktur, olamaz, oluyorsa karşılığını misliyle görmeyi de
kabul etmek, o karşılığı gördüğünde de susmak zorundadır, bilakis daha ağır
bedelleri ödemek zorundadır. Onur; hak ettiğin şeye sahip çıkmaktır, verilmeyen
hakkını istemektir, hak ettiğini almak için icap ediyorsa başkaldırmaktır. Onur
konuşup konuşupta sonrasında susmak, yapmamak değildir. Konuştuğun minvalde
hareket etmektir. Mesela; bir şeyden şikâyet edip, şikâyet edipte, şikâyet
ettiğin şeyi saf dışı bırakma imkânı eline geçtiğinde geri durup yeniden o şikâyet
ettiğin şeyin kalıcı olması için hiçbir şey yapmamak onursuzluktur. Onur lafla
kazanılan bir rütbe değildir, eylemler getirir ve takar o rütbeyi hak edene. Bir
eline güneşi diğer eline ayı verseler de hakkın olandan vazgeçmemektir. Tüm
dünyayı önüne serseler de boyun eğmemektir. Ve her varlığın onuru, doğuşuyla
kendisine bahşedilmiş ulvi bir armağandır yani başkalarınca lütfedilmiş bir şey
değildir. İşte bu yüzden onur için savaşılmalıdır, savaşmak zorundasın. Varlık
sahasında var olan her varlığı bir yere kadar kıstırır, pıstırır, susturursunuz,
bir yerden sonra pençelerini mutlaka gösterir, şayet göstermiyorsa artık onurundan
eser kalmamıştır ve ona istediğinizi yapabilirsiniz. İsterseniz bir kediyi
kaçacak yer bırakmayıncaya dek kıstırın bakalım ne oluyor? Tırnaklarını çıkarır
ve paramparça eder sizi. Buyurun denemesi bedava. Bir insanın varlığının mutlak
ispatı; onun başkaldırmasıdır. Çünkü başkaldırmayan insan başsızdır, onun başı
hayvanlar gibi eğilmiştir ve bir daha kalkamaz, kalkmayan başında varlık
sahasında varlığından bahsedilemez. Ötesi onursuzluğun dibidir. Çünkü
başkaldırmayan insan yok hükmündedir, yaptığı her şey hükümsüzdür, artık o
mutlak olarak köledir, başkaldırmakta kölelere yasaktır sadece. Yapsa da yapmış
olmak için yaptığından dikkat etmeye değmez, zaten tesir de etmez, binaenaleyh
önemsenmez. Her varlık, kendisinin de bir parçası olduğu ekosisteme matuf
tehditlere başkaldırmasıyla varlığını ilan eder. Doğallığı bozan, doğal olanı
yok eden her şeyin düşmanıdır onurlu insan. Şeytan, bugüne kadar, insandan çala
çala, eksilte eksilte, güzel olan her şeyi yaka yaka bugüne gelmiştir. Şeytan
derken hep söylediğimiz gibi bizatihi şeytanı içinde taşıyan insanın kendisidir
tüm bunları yapan. Şeytan her insanı bir odun kütüğü olarak algılar ve onu
yakmaya her an hazırdır ve düşmanlarını ateşinde yanacak kıvama getirmek için
iştigal eder bitevi. Burada suç şeytandan sadır olan ateşin değildir, kendini o
ateşe atanın ve o ateşte yanmak için çırpınanındır. Bugün handiyse yekpare
insanlık yanmak için çırpınmaktadır, adeta ateşin içine atmaktadır kendini. Her
çalınanla, eksilenle, yakılanla, insanın insanlığı yok olmuştur. İnsana dair ne
varsa, insani olan ne varsa hepsini yok ettikten sonra şeytanda yok olacaktır
ama her şeyi yok etmeden de pes etmeyecektir. Çünkü vazifesi budur. Ya insanın
vazifesi nedir, ne olmalıdır! Daha şerefini koruyamayan ve şerefsizliğe dümen
kırmış insan hangi vazifesini yaptı ki de onurunu koruma vazifesini ifa
edebilecek? Maalesef şimdiki zamanın insanından insanlığa bir gram fayda
gelmemiştir, gelmez, gelmeyecektir. Ya yeni insan tipi doğacaktır ya da
insanlığın yok oluşu kaçınılmazdır!
EKSTRA:
Niye çekiniyoruz, niye geri duruyoruz, oysa mutlu olmalıyız, memnun olmalıyız, gururla ve onurla söylemeliyiz. Bu ülkeyi İslamcısıyla, Milliyetçisiyle, yerlisiyle, millisiyle sağcılar yönetiyorlar. İslamcı ve Milliyetçi olmaktan gurur duyanlar, bunu her ortamda dile getirenler niye böylesi bir gerçekten kopuklar, oysa büyük bir zevkle, hazla, övgüyle söylemeliler, imtina edecek bir şey yok ki. Hem de mutlak egemen olarak, mutlak iktidar olarak varlar, etkinler, hâkimler, egemenler. Yani tek bir İslamcı, Milliyetçi çıkıp söyleyebilir mi bu ülkeyi İslamcıların ve Milliyetçilerin yönetmediğini? Bundan onur duyulması lazım oysa, söylemekten imtina etmek yerine kıvançla söylemek lazım, ne güzel işte bu ülkeyi İslamcılar, Milliyetçiler yönetiyorlar diye. Hayır, yani böylesi bir gerçeği niye saklayalım ki? Şu an bu ülkeyi İslamcılar ve Milliyetçiler konsorsiyumu yönetmiyor mu, ikisi de mutlak etkin ve egemen olarak, ikisi de uçan kuştan bilgi sahibi olarak, ikisi de ülkenin tüm hücrelerine hâkim olarak. Bu inkârı imkânsız bir gerçekken nasıl inkâr edilebilecek ve hem niçin inkâr edilecek, mutlu olalım, sevinelim, gurur duyalım yani. Tepeden tırnağa her şeye, her yere hâkimler, mutlak belirleyiciler hayatın her boyutunda. Bunun böyle olduğunu da çocuğundan yaşlısına herkes bilmelidir, bilmelerinde sakınca yoktur, hatta bilmek zorundadır ve bu mutlak egemen olunan, uçan kuştan haberdar olunan devr-i iktidarı asla ve kata unutmamalıdırlar, hafızalarından asla ve kata silmemelidirler. Öyle ya bir gün gelip gururla anlatabilmeliler. Hem yirmi yıldır hatta yirmi iki yıldır yönetiyorlar, ne güzel değil mi, bir nesil böyle büyüdü, bunu inkâr etmek yerine kabullenmek gerekir dahası nesilden nesile aktarmak gerekir hem de övüne övüne, gururla, kıvançla yapılan her şeyi küçücük bir nokta bırakmamacasına anlatmak gerekir. Bunu bilmemezlikten gelmek yerine bilakis bilmek ve bununla gurur duymak gerekir öyle değil mi? Hatta Milliyetçilerin daha etkin ve egemen oldukları bile söylenebilir hatta ve hatta söylenebilir değil, kesinlikle öyledir. Ne var bunda kötü bir şey mi ki? Ama inkâr edilse bile, herkesin ama herkesin bunun böyle olduğunu, inkâr edilemeyecek kadar böyle olduğunu, mutlak kesinlikte ve netlikte böyle olduğunu bilmesi gerekir. İnkâr edilse bile inanmamanın mallık olacağı bilinerek inanmak gerekir. Çünkü ben mal değilim, gözlerim görüyor, aklım çalışıyor, kalbim hissediyor. Şeksiz ve şüphesiz olarak, mutlak gerçeklik olarak, inkârı imkânsız bir olgu olarak bu böyledir, gerisi yalandır, hikâyedir. Utanılacak bir şey yoktur. Bu yüzden bu ülkeyi yirmi iki yıldır İslamcıların ve Milliyetçilerin konsorsiyumu yönetmiştir, tabi Milliyetçilerin daha etkin oldukları halde. Bunu kimse benden unutmamı bekleyemez ve isteyemez. Unutmam, unutturmam, unutturamam. Niye güzel şeyler unutulsun ki, öyle değil mi ya? Özellikle siz sevgili gençler! Hafızalarınızın en dip derinliklerine kazıyın bu saf, berrak, net, mutlak, muhakkak gerçeği, gerçekliği ve hiçbir zaman unutmayın, unutturmayın.