‘’Bizde
insan vardır ardı sorulmaz’’ diyor Hacı Bektaş-i Veli. ‘’Adın hiçbir önemi
yoktur, insanlık bir kimliktir’’ diyor Victor Hugo. Mutlak ve muhakkak olarak
insan odaklı konuşuyorum, insan kimliği alt yapısı üzerinden insan temelli bir
üst yapı kurgulamaya kalkışıyorum. Belki dünyayı naçizane yorumlamaya tevessül
ediyorum ama işin gerçeğinde biliyorum ki dünyanın değişmesi icap etmektedir ve
işte burada yaptığım da dünyanın değişmesine matuf naçizane bir katkıdır. Bugünkü
dünya maalesef yaşanılabilecek ve yaşanılabilir bir dünya olmaktan çıkmıştır. Adeta
tamusal bir görünüm arz etmektedir hatta tamunun ta kendisidir. İnsanlık onuru
diye bir olgunun esamisi bile okunmamaktadır. Sevgi kızıl kan deryasında
boğulmuştur. Nefret egemendir her şeye. İnsanlar ne hazindir ki insan olarak
var değillerdir bu dünyada. Hayatlarının her boyutunda bundan izler görürüsünüz
mutlaka, eğer görme kabiliyetiniz hala varsa, canlıysa. Zira dünyayı münhasıran
yorumlamak büyük bir yanılgıdır, çünkü yapılması gereken yegâne şey dünyayı
değiştirmektir. Zira dünya değişmedikçe, dünyayı yorumlamak kendi kendini
kandırmak olur olsa olsa. Bu yüzden kendini değiştireceksin evvelinde, sonra da
dünyayı değiştirmeye cüret ve cesaret edeceksin. Dünyayı değiştirmek yönünde
samimi, ciddi ve cesur değilsin, ne yaparsan yap boştur, soytarılıktır,
dalkavukluktur. Dünya değişsin diye yapacaksın görevini, yerine getireceksin
sorumluluğunu, yazacaksın yazını, söyleyeceksin sözünü, ortaya koyacaksın
eylemini. Bu dünyada insana dair ne varsa çürüdüğünü, koktuğunu ve öldüğünü
düşünüyorum hatta düşünüyorum değil gerçeklik budur, bu yüzden her şeyin
yeniden yaratımının gerçekleşmesi gerektiğine inanıyorum. Yani ideoloji,
kimlik, din temelli bir tanımlamadan yola çıkarak değerlendirmelerde
bulunmuyorum. Bu tür değerlendirmelerde de bulunabiliriz elbette ama insan
bunların tümünü ihata ettiği için insan odaklı konuşmak daha tutarlıdır, zira
bunlar insana dairdir ama insan bunlara dair değildir. Bunun sarih olarak
anlaşılmasını, bu minvalde olgunun ve olayın farkında olunup, farklı
yönelimlere yeltenilmemesini istirham ediyorum. Geçelim! İlk evvelde diyeceğim
şudur; ‘’emrolunduğun gibi dosdoğru ol!’’ Bu yüce bir buyruktur ve tartışması
yapılamaz, ama şöyle, ama böyle demeye dahi cüret edilemez. İster dini bağlamda
bakın olaya isterse insani bağlamda bakın, bu her şeyi kuşatıcı bir
gerçekliktir. Ve gerçeklik, siz onu görmezden gelseniz de, yok saysanız da,
inkâr etseniz de var olacak bir şeydir. Zira insanın dosdoğru olmaya ihtiyacı
vardır. Dosdoğru olmak için hiçbir şeye ihtiyaç yoktur, vicdanın kâfidir bunun
için, tabi o da varsa. Çünkü insanlık bugün eğridir, eğrilmiş durumdadır ve
doğrulması iktiza etmektedir. İnsanlık bugün şeytanın muhasarası altındadır ve
şeytandan korkmaktadır, korktuğu içinde onun her dediğini kayıtsız şartsız
yapmaktadır. Doğrulmayınca da doğru şeyler yapmaktan uzak kalacaktır.
Hayatımızın hiçbir anında olmadığımız şeydir; dosdoğru olmak. Zaten çoook uzun
zamandır da namuslu, doğru ve dürüst olan herkes tecziye edilmiştir bu dünyada.
Tarihsel süreci çok iyi okumanızı salık veririm. Sonra da bu kötülükler niyedir
der dururuz, zira bizler riyakârdan öte münafığız. Tanrı der ki; ‘’başınıza
gelen tüm kötülükler kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir ama iyilikler
Bendendir.’’ Hadi inanmayalım, bu gerçeklik yok olur mu? Asla ve kata, zira bir
insan olarak, başımıza gelen her şey kendi ellerimizin ürünü olan şeylerin
neticesi değil midir? Ama insan öyle bir insandır ki, maalesef kendi
yaptıklarını bile Tanrı’ya hamledecek kadar onursuzdur. İnsanın içinde
Tanrı’nın ve şeytanın ezeli kavgası vardır, kötülükler şeytanı, iyilikler
Tanrı’yı temsil eder, bizler hangisine meyledersek o yönde sonuçlarla
karşılaşırız. Suç ne Tanrı’nındır ne de şeytanın, haddizatında gerçek suçlu
kendimiziz ama suçumuzu bile kabul edebilecek cesaretimiz, onurumuz, namusumuz
yoktur. Diyeceğim ikinci şey de şudur; ‘’şudur kâinatta en beğendiğim meslek,
sözüm hakikat olsun, odun gibi olsun tek!’’ Bu da merhum istiklal şairi Mehmet
Akif’e aittir. Yani mühim olan sözün hakikat olmasıdır, başka türlü olduğu
değildir. Geçelim! Detaya girmem, zira derin sularda kulaç atmak zor iştir.
Girilir de amma velakin gerçekten yüreğin ve aklın mutlak hür olması iktiza
eder ve mutlak ve sarsılmaz bir güven önkoşuldur. Ama özgür insanlar değiliz,
zira farklı kararlar verme hürriyetinden mahrumuz. ‘’Özgür insan ise başka
türlü karar verebilme imkânı olan insandır’’ Rosa Lüksemburg’un deyimiyle. Bu dünyada
ise böylesi bir şey tahayyül bile olunamaz. Zira tarih bunun ispatıdır. Tarih
bize sadece mutlu anları değil, acı dolu tecrübeleri de aktarır. Biz ne acıdır
ki; sıfırı dahi tüketmiş insançocuklarıyız. Hayır, kimseyi şeytanlaştırmak gibi
bir derdim yok ve bunu yapmam da, çünkü bendeniz akla inanırım, velakin
şeytanın da bir görevi var bu âlem de, insanın da. Biri aklına tapmış daha
başta sapıtmış, biri aldığı aklı sapıtmak için kullanmış. İnsan görevini ihmal
etsin, sürekli yan çizsin, şeytandan daha şeytan olsun, sonra da kalksın
şeytanı suçlasın. Bu en hafif tabirle riyakârlıktır, en ağır tabirle
münafıklıktır. Ki, insan dediğimiz, münafıklığın zirvesindedir yaşadığımız
zamanda. Bana münafık olmayan tek bir kişi gösterebilir misiniz? Bilge Kral
Aliya ne demiş; ‘’savaş, düşmana benzeyince kaybedilir.’’ Biz düşmandan bile
ilerideyiz. Ne zaman bize tevdi edilen emaneti bihakkın temsil ettik, ne zaman
aldığımız emaneti yerine usulünce, üslubunca, layığınca, insanca ulaştırdık? Ne
zaman uyuyanları uyandırdık? Ne zaman uyaranlara karşı müsamahakâr olduk? Ne
zaman şeytaniyetin küresel sistemine ve küresel sisteminin sair topraklarda ki
yansımalarına kallavi tenkitler yönelttik. Kendi kusurumuzun görülmesini bile
istemedik, tenkit edenleri en şedit şekilde tecziye ettik. Bir konuda en ufak
bir düşünce beyan edene tehdit üstüne tehdit savurduk. Düşünenleri kuduz it
kovar gibi kovduk, düşünene bir gram saygı göstermedik, üretene değil tüketene,
yapana değil bozana, şerefliyse değil şerefsize değer verdik. Hep okuyun dedik
durduk ama öğrenilenleri zihinlere hapsettik, anladıklarını haykıranları
kodeslere tıktık. Yalan mı? İspatlarsam ne diyeceksiniz? Yüzünüz kızaracak mı?
Yüzüm mü var ki kızarsın diyorsunuz gibi sanki. Detayları söylemek sıkıntı
yaratır, adil ve özgür bir iklimin olması önkoşuldur. Oysa Bilge Kral yine
demiştir ki; ‘’elimde olsa Doğu’nun tüm mekteplerine eleştirel düşünce dersleri
koyardım.’’ Ha Doğuluyuz ya, eleştirel düşünceyi pek sevmeyiz, çünkü kökü akla
istinat eder duyguya değil, velâkin bizler ağır duygusal takılmayı çok severiz,
çünkü o taraftan girince Tanrı ile aldatmak, ideolojiler ile yönetmek, milliyet
ile hizaya getirmek, nefse hitap eden duygularla manipüle etmek daha kolaydır.
Şeytanın sisteminin bekasına tavassut ettik, onun kapı kulluğunu yaptık. Ama
biz hiçbir zaman suçlu olmadık bu hayatta ne hikmetse, ta ki suçlarımızı tüm
âlemin gözleri önünde ikrar etmiş olsakta. Çünkü biz suçlu olamazdık, zira biz
büyük ve ulvi kimliklerin sahibiydik. Hani Tesla diyordu ya; ‘’bir dinimiz var
diye ahlaka ihtiyaç duymuyoruz.’’ Yanlış mı bu? Hadi erkekseniz, kadınsanız
yanlışlayın, hadi buyurun işte meydan, hodri meydan. Niye din kulvarında yol
alanlar ahlakı hep arka plana atar ve gündelik hayatta pek ahlakilikten yana
tavır almazlar? Niye işleri güçleri ahlakçılık yapmaktır. Kendi taşımadığı
ahlakı başkalarına taşıtmaya yeltenmektedir, onlar taşımayınca da onları
dinsizlikle itham etmektedir. Gerçekten gerçek dinsiz kimdir acaba? Gerçekten
sorgulanması iktiza eden bir durum değil midir bu? Hayır, o bir defa din
kulvarına girmiş ya, artık Tanrı yokmuş gibi davranabilir, her türlü pisliği
yapabilir, mesela iftira atabilir, gammaz yapabilir, kul hakkı yiyebilir,
milletin malına çökebilir, kamu malını yağma edebilir. Bizim böyle olduğumuza
binler hüccet vardır, ya böyle olmadığımız iddia edilip, hüccet gösterilebilir
mi? Cuma Suresi 5. Saff Suresi 5. Hadid Suresi 25. Maide Suresi 8. Ayetleri
tertil, tedebbür, taakkul ile okuduk mu, algıladık mı, anladık mı, idrak ettik
mi? Niçin anlamadan önce inanmayı tercih ediyoruz? Oysa Antony Çehov; ‘’en
tehlikeli insan tipi, az anlayan çok inanan insan tipidir’’ diyordu ve sonsuz
doğru söylüyordu. Ve Emile Zola; zalimlerin çarkını cahillerin çalışmayan
kafaları döndürür’’ derken yanlış mı söylemiştir? Hayat boyu böyle yapmadık mı?
Elimize ne geçti? Sürü olmaktan mı kurtulduk yoksa bilakis geri dönülmeyecek
şekilde sürüleşenlerden mi olduk? Ne hazin ve acıdır ki, suçlamayı çok
seviyoruz, suçu başkalarına tevcih etmekten derin haz alıyoruz velakin ne
hikmetse bir kez bile acaba bizim de gerçekten küçücükte olsa suçumuz olamaz mı
diye bir an bile oturup düşünmüyoruz. Bizim bu dünyadaki vazifemiz nedir?
Küresel şeytani sistemin ve köpeklerinin haberi olmadan tek bir terörist yapı
tesis edilemez, tek bir terörist tek bir kurşun sıkamaz. Devletler niçin
vardırlar? Hakikate ulaşmaya çalışmak derin bir cesareti önkoşul kılar. Ötesi
netameli olduğu için gidemiyorum…
BARIŞ GÜVERCİNİ
Dostluklar kurulsun, insanlar
gülsün,
Barış güvercini uçsun
dünyada,
Yok olsun kötülük, düşmanlık
ölsün,
Barış güvercini uçsun
dünyada.
Dostluklar kurulsun, insanlar
gülsün,
Son bulsun savaşlar, insan
ölmesin..
Dünya cennet olsun, yaşasın
insan,
Gelin barışalım, dökülmesin
kan.
Son bulsun savaşlar, kesilsin
figan,
Barış güvercini uçsun
dünyada.
Dostluklar kurulsun, insanlar
gülsün,
Son bulsun savaşlar, kimse
ölmesin..
İnsancıl insanlar barıştan
yana,
Ancak zalim olan kıyar
insana,
Barış aşkı yayılmalı cihana,
Barış güvercini uçsun
dünyada.
Dostluklar kurulsun, insanlar
gülsün,
Son bulsun savaşlar, insan
ölmesin..
Nesimi der ki ey füze
yapanlar,
Acımasız, zalim, cana kıyanlar,
Bırak ey yaşasın bütün
insanlar,
Barış güvercini uçsun
dünyada.
Dostluklar kurulsun, insanlar
gülsün,
Son bulsun savaşlar, insan
ölmesin...
NESİMİ ÇİMEN
NOT: Sizler bizzat Nesimi Çimen’in
o muhteşem sesinden müzik olarak dinleyiniz bu şiiri.
ADALET
DOSDOĞRU olacaksın! Geçelim! Adaletin olması için, tüm değerlerim adına
büyük yemin ediyorum ki, Asgari Ücretin en en en az 7.500 tl olması mutlak
önkoşuldur, maaşlara da en en en az 2.500 tl seyyanen zam yapılması mutlak
önkoşuldur. Gerçekte yapılması gerekeni söylememe lüzum yok, zira boşa söz
söylemiş oluruz, çünkü yapılmaz, keşke yapılsa. Ya da en azından şöyle
söyleyebiliriz; her eve her ay en en en az 10.000 TL girmelidir, behemehâl
girmelidir, her ne şekilde olacaksa olsun bu mümkün kılınmalıdır. Maaşları da
artık bu 10.000 TL’yi baz alarak yeniden tanzim edebilirsiniz. Lütfen, çendan
söylediğimiz şekilde yapılmalıdır, behemehâl yapılmalıdır, isticalen
yapılmalıdır. Yapılmaması tolere edilemez. İnsanca ve onurluca yaşamak için bu
mübremdir. Tamam, böylesi durumlarla işim yok ve
olmaz ama yine de bu toprakların çocuklarının kahir ekseriyetinin geçim kaynağı
bu yöndedir. Ekonomik sıkıntı bahane olamaz, devletin imkânı
ancak bu kadara yetiyor bahane olamaz. Bu devlet zengindir, her zaman dediğim
gibi bu düşüncem de sabitim ve ömrüm boyunca da sabit olacam. Bu devlet yemin
ediyorum ki zengindir. Yeter ki, adil paylaşım olsun. Ve söylediğimiz
yapılabilir, yapılmalıdır. İnsanı yaşat ki devlet yaşasın! Adalet, halkın
ekmeğidir!
EKSTRA:
DUNNİNG-KRUGER SENDROMU-CAHİL
CESARETİ
https://www.sozcu.com.tr/2022/yazarlar/yilmaz-ozdil/maydanoz-6997986/
SAÇMALAMIŞSIN BENCE. NASIL İNANABİLİRİM?
Yok canım daha neler. Çok iyi bakın bu resme, gerçek mi bu resim ya?