İNSAN DENİLEN ŞEYTAN...24...

Özgür DENİZ - 09.03.2022

‘’Bizde insan vardır ardı sorulmaz’’ diyor Hacı Bektaş-i Veli. ‘’Adın hiçbir önemi yoktur, insanlık bir kimliktir’’ diyor Victor Hugo. Mutlak ve muhakkak olarak insan odaklı konuşuyorum, insan kimliği alt yapısı üzerinden insan temelli bir üst yapı kurgulamaya kalkışıyorum. Belki dünyayı naçizane yorumlamaya tevessül ediyorum ama işin gerçeğinde biliyorum ki dünyanın değişmesi icap etmektedir ve işte burada yaptığım da dünyanın değişmesine matuf naçizane bir katkıdır. Bugünkü dünya maalesef yaşanılabilecek ve yaşanılabilir bir dünya olmaktan çıkmıştır. Adeta tamusal bir görünüm arz etmektedir hatta tamunun ta kendisidir. İnsanlık onuru diye bir olgunun esamisi bile okunmamaktadır. Sevgi kızıl kan deryasında boğulmuştur. Nefret egemendir her şeye. İnsanlar ne hazindir ki insan olarak var değillerdir bu dünyada. Hayatlarının her boyutunda bundan izler görürüsünüz mutlaka, eğer görme kabiliyetiniz hala varsa, canlıysa. Zira dünyayı münhasıran yorumlamak büyük bir yanılgıdır, çünkü yapılması gereken yegâne şey dünyayı değiştirmektir. Zira dünya değişmedikçe, dünyayı yorumlamak kendi kendini kandırmak olur olsa olsa. Bu yüzden kendini değiştireceksin evvelinde, sonra da dünyayı değiştirmeye cüret ve cesaret edeceksin. Dünyayı değiştirmek yönünde samimi, ciddi ve cesur değilsin, ne yaparsan yap boştur, soytarılıktır, dalkavukluktur. Dünya değişsin diye yapacaksın görevini, yerine getireceksin sorumluluğunu, yazacaksın yazını, söyleyeceksin sözünü, ortaya koyacaksın eylemini. Bu dünyada insana dair ne varsa çürüdüğünü, koktuğunu ve öldüğünü düşünüyorum hatta düşünüyorum değil gerçeklik budur, bu yüzden her şeyin yeniden yaratımının gerçekleşmesi gerektiğine inanıyorum. Yani ideoloji, kimlik, din temelli bir tanımlamadan yola çıkarak değerlendirmelerde bulunmuyorum. Bu tür değerlendirmelerde de bulunabiliriz elbette ama insan bunların tümünü ihata ettiği için insan odaklı konuşmak daha tutarlıdır, zira bunlar insana dairdir ama insan bunlara dair değildir. Bunun sarih olarak anlaşılmasını, bu minvalde olgunun ve olayın farkında olunup, farklı yönelimlere yeltenilmemesini istirham ediyorum. Geçelim! İlk evvelde diyeceğim şudur; ‘’emrolunduğun gibi dosdoğru ol!’’ Bu yüce bir buyruktur ve tartışması yapılamaz, ama şöyle, ama böyle demeye dahi cüret edilemez. İster dini bağlamda bakın olaya isterse insani bağlamda bakın, bu her şeyi kuşatıcı bir gerçekliktir. Ve gerçeklik, siz onu görmezden gelseniz de, yok saysanız da, inkâr etseniz de var olacak bir şeydir. Zira insanın dosdoğru olmaya ihtiyacı vardır. Dosdoğru olmak için hiçbir şeye ihtiyaç yoktur, vicdanın kâfidir bunun için, tabi o da varsa. Çünkü insanlık bugün eğridir, eğrilmiş durumdadır ve doğrulması iktiza etmektedir. İnsanlık bugün şeytanın muhasarası altındadır ve şeytandan korkmaktadır, korktuğu içinde onun her dediğini kayıtsız şartsız yapmaktadır. Doğrulmayınca da doğru şeyler yapmaktan uzak kalacaktır. Hayatımızın hiçbir anında olmadığımız şeydir; dosdoğru olmak. Zaten çoook uzun zamandır da namuslu, doğru ve dürüst olan herkes tecziye edilmiştir bu dünyada. Tarihsel süreci çok iyi okumanızı salık veririm. Sonra da bu kötülükler niyedir der dururuz, zira bizler riyakârdan öte münafığız. Tanrı der ki; ‘’başınıza gelen tüm kötülükler kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir ama iyilikler Bendendir.’’ Hadi inanmayalım, bu gerçeklik yok olur mu? Asla ve kata, zira bir insan olarak, başımıza gelen her şey kendi ellerimizin ürünü olan şeylerin neticesi değil midir? Ama insan öyle bir insandır ki, maalesef kendi yaptıklarını bile Tanrı’ya hamledecek kadar onursuzdur. İnsanın içinde Tanrı’nın ve şeytanın ezeli kavgası vardır, kötülükler şeytanı, iyilikler Tanrı’yı temsil eder, bizler hangisine meyledersek o yönde sonuçlarla karşılaşırız. Suç ne Tanrı’nındır ne de şeytanın, haddizatında gerçek suçlu kendimiziz ama suçumuzu bile kabul edebilecek cesaretimiz, onurumuz, namusumuz yoktur. Diyeceğim ikinci şey de şudur; ‘’şudur kâinatta en beğendiğim meslek, sözüm hakikat olsun, odun gibi olsun tek!’’ Bu da merhum istiklal şairi Mehmet Akif’e aittir. Yani mühim olan sözün hakikat olmasıdır, başka türlü olduğu değildir. Geçelim! Detaya girmem, zira derin sularda kulaç atmak zor iştir. Girilir de amma velakin gerçekten yüreğin ve aklın mutlak hür olması iktiza eder ve mutlak ve sarsılmaz bir güven önkoşuldur. Ama özgür insanlar değiliz, zira farklı kararlar verme hürriyetinden mahrumuz. ‘’Özgür insan ise başka türlü karar verebilme imkânı olan insandır’’ Rosa Lüksemburg’un deyimiyle. Bu dünyada ise böylesi bir şey tahayyül bile olunamaz. Zira tarih bunun ispatıdır. Tarih bize sadece mutlu anları değil, acı dolu tecrübeleri de aktarır. Biz ne acıdır ki; sıfırı dahi tüketmiş insançocuklarıyız. Hayır, kimseyi şeytanlaştırmak gibi bir derdim yok ve bunu yapmam da, çünkü bendeniz akla inanırım, velakin şeytanın da bir görevi var bu âlem de, insanın da. Biri aklına tapmış daha başta sapıtmış, biri aldığı aklı sapıtmak için kullanmış. İnsan görevini ihmal etsin, sürekli yan çizsin, şeytandan daha şeytan olsun, sonra da kalksın şeytanı suçlasın. Bu en hafif tabirle riyakârlıktır, en ağır tabirle münafıklıktır. Ki, insan dediğimiz, münafıklığın zirvesindedir yaşadığımız zamanda. Bana münafık olmayan tek bir kişi gösterebilir misiniz? Bilge Kral Aliya ne demiş; ‘’savaş, düşmana benzeyince kaybedilir.’’ Biz düşmandan bile ilerideyiz. Ne zaman bize tevdi edilen emaneti bihakkın temsil ettik, ne zaman aldığımız emaneti yerine usulünce, üslubunca, layığınca, insanca ulaştırdık? Ne zaman uyuyanları uyandırdık? Ne zaman uyaranlara karşı müsamahakâr olduk? Ne zaman şeytaniyetin küresel sistemine ve küresel sisteminin sair topraklarda ki yansımalarına kallavi tenkitler yönelttik. Kendi kusurumuzun görülmesini bile istemedik, tenkit edenleri en şedit şekilde tecziye ettik. Bir konuda en ufak bir düşünce beyan edene tehdit üstüne tehdit savurduk. Düşünenleri kuduz it kovar gibi kovduk, düşünene bir gram saygı göstermedik, üretene değil tüketene, yapana değil bozana, şerefliyse değil şerefsize değer verdik. Hep okuyun dedik durduk ama öğrenilenleri zihinlere hapsettik, anladıklarını haykıranları kodeslere tıktık. Yalan mı? İspatlarsam ne diyeceksiniz? Yüzünüz kızaracak mı? Yüzüm mü var ki kızarsın diyorsunuz gibi sanki. Detayları söylemek sıkıntı yaratır, adil ve özgür bir iklimin olması önkoşuldur. Oysa Bilge Kral yine demiştir ki; ‘’elimde olsa Doğu’nun tüm mekteplerine eleştirel düşünce dersleri koyardım.’’ Ha Doğuluyuz ya, eleştirel düşünceyi pek sevmeyiz, çünkü kökü akla istinat eder duyguya değil, velâkin bizler ağır duygusal takılmayı çok severiz, çünkü o taraftan girince Tanrı ile aldatmak, ideolojiler ile yönetmek, milliyet ile hizaya getirmek, nefse hitap eden duygularla manipüle etmek daha kolaydır. Şeytanın sisteminin bekasına tavassut ettik, onun kapı kulluğunu yaptık. Ama biz hiçbir zaman suçlu olmadık bu hayatta ne hikmetse, ta ki suçlarımızı tüm âlemin gözleri önünde ikrar etmiş olsakta. Çünkü biz suçlu olamazdık, zira biz büyük ve ulvi kimliklerin sahibiydik. Hani Tesla diyordu ya; ‘’bir dinimiz var diye ahlaka ihtiyaç duymuyoruz.’’ Yanlış mı bu? Hadi erkekseniz, kadınsanız yanlışlayın, hadi buyurun işte meydan, hodri meydan. Niye din kulvarında yol alanlar ahlakı hep arka plana atar ve gündelik hayatta pek ahlakilikten yana tavır almazlar? Niye işleri güçleri ahlakçılık yapmaktır. Kendi taşımadığı ahlakı başkalarına taşıtmaya yeltenmektedir, onlar taşımayınca da onları dinsizlikle itham etmektedir. Gerçekten gerçek dinsiz kimdir acaba? Gerçekten sorgulanması iktiza eden bir durum değil midir bu? Hayır, o bir defa din kulvarına girmiş ya, artık Tanrı yokmuş gibi davranabilir, her türlü pisliği yapabilir, mesela iftira atabilir, gammaz yapabilir, kul hakkı yiyebilir, milletin malına çökebilir, kamu malını yağma edebilir. Bizim böyle olduğumuza binler hüccet vardır, ya böyle olmadığımız iddia edilip, hüccet gösterilebilir mi? Cuma Suresi 5. Saff Suresi 5. Hadid Suresi 25. Maide Suresi 8. Ayetleri tertil, tedebbür, taakkul ile okuduk mu, algıladık mı, anladık mı, idrak ettik mi? Niçin anlamadan önce inanmayı tercih ediyoruz? Oysa Antony Çehov; ‘’en tehlikeli insan tipi, az anlayan çok inanan insan tipidir’’ diyordu ve sonsuz doğru söylüyordu. Ve Emile Zola; zalimlerin çarkını cahillerin çalışmayan kafaları döndürür’’ derken yanlış mı söylemiştir? Hayat boyu böyle yapmadık mı? Elimize ne geçti? Sürü olmaktan mı kurtulduk yoksa bilakis geri dönülmeyecek şekilde sürüleşenlerden mi olduk? Ne hazin ve acıdır ki, suçlamayı çok seviyoruz, suçu başkalarına tevcih etmekten derin haz alıyoruz velakin ne hikmetse bir kez bile acaba bizim de gerçekten küçücükte olsa suçumuz olamaz mı diye bir an bile oturup düşünmüyoruz. Bizim bu dünyadaki vazifemiz nedir? Küresel şeytani sistemin ve köpeklerinin haberi olmadan tek bir terörist yapı tesis edilemez, tek bir terörist tek bir kurşun sıkamaz. Devletler niçin vardırlar? Hakikate ulaşmaya çalışmak derin bir cesareti önkoşul kılar. Ötesi netameli olduğu için gidemiyorum…

 

BARIŞ GÜVERCİNİ

 

Dostluklar kurulsun, insanlar gülsün,

Barış güvercini uçsun dünyada,

Yok olsun kötülük, düşmanlık ölsün,

Barış güvercini uçsun dünyada.

Dostluklar kurulsun, insanlar gülsün,

Son bulsun savaşlar, insan ölmesin..

Dünya cennet olsun, yaşasın insan,

Gelin barışalım, dökülmesin kan.

Son bulsun savaşlar, kesilsin figan,

Barış güvercini uçsun dünyada.

Dostluklar kurulsun, insanlar gülsün,

Son bulsun savaşlar, kimse ölmesin..

İnsancıl insanlar barıştan yana,

Ancak zalim olan kıyar insana,

Barış aşkı yayılmalı cihana,

Barış güvercini uçsun dünyada.

Dostluklar kurulsun, insanlar gülsün,

Son bulsun savaşlar, insan ölmesin..

Nesimi der ki ey füze yapanlar,

Acımasız, zalim, cana kıyanlar,

Bırak ey yaşasın bütün insanlar,

Barış güvercini uçsun dünyada.

Dostluklar kurulsun, insanlar gülsün,

Son bulsun savaşlar, insan ölmesin...

 

NESİMİ ÇİMEN

 

NOT: Sizler bizzat Nesimi Çimen’in o muhteşem sesinden müzik olarak dinleyiniz bu şiiri.

 

ADALET

 

DOSDOĞRU olacaksın! Geçelim! Adaletin olması için, tüm değerlerim adına büyük yemin ediyorum ki, Asgari Ücretin en en en az 7.500 tl olması mutlak önkoşuldur, maaşlara da en en en az 2.500 tl seyyanen zam yapılması mutlak önkoşuldur. Gerçekte yapılması gerekeni söylememe lüzum yok, zira boşa söz söylemiş oluruz, çünkü yapılmaz, keşke yapılsa. Ya da en azından şöyle söyleyebiliriz; her eve her ay en en en az 10.000 TL girmelidir, behemehâl girmelidir, her ne şekilde olacaksa olsun bu mümkün kılınmalıdır. Maaşları da artık bu 10.000 TL’yi baz alarak yeniden tanzim edebilirsiniz. Lütfen, çendan söylediğimiz şekilde yapılmalıdır, behemehâl yapılmalıdır, isticalen yapılmalıdır. Yapılmaması tolere edilemez. İnsanca ve onurluca yaşamak için bu mübremdir. Tamam, böylesi durumlarla işim yok ve olmaz ama yine de bu toprakların çocuklarının kahir ekseriyetinin geçim kaynağı bu yöndedir. Ekonomik sıkıntı bahane olamaz, devletin imkânı ancak bu kadara yetiyor bahane olamaz. Bu devlet zengindir, her zaman dediğim gibi bu düşüncem de sabitim ve ömrüm boyunca da sabit olacam. Bu devlet yemin ediyorum ki zengindir. Yeter ki, adil paylaşım olsun. Ve söylediğimiz yapılabilir, yapılmalıdır. İnsanı yaşat ki devlet yaşasın! Adalet, halkın ekmeğidir!

 

 

EKSTRA:

 

https://www.sozcu.com.tr/2022/yazarlar/yilmaz-ozdil/cahilden-daha-yikici-bir-silah-henuz-icat-edilmedi-6995505/

 

DUNNİNG-KRUGER SENDROMU-CAHİL CESARETİ

 

https://www.sozcu.com.tr/2022/yazarlar/yilmaz-ozdil/maydanoz-6997986/

 

SAÇMALAMIŞSIN BENCE. NASIL İNANABİLİRİM?

 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/uretim-durdu-her-sey-ithal-nereden-nereye-iste-turkiyenin-getirildigi-nokta-518177h.htm

 

Yok canım daha neler. Çok iyi bakın bu resme, gerçek mi bu resim ya?

Tarih: 09.03.2022 Okunma: 315

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?