Yine
bildiğim ve tahattur edebildiğim kadarıyla, Tanrı Ahzap Suresinin bir ayetinde
der ki; Seni karanlığı aydınlatıcı bir kandil olarak gönderdik, bu hal üzere
görevlendirdik. Bilginin en doğrusu ile, imanın tahkiki olanı ile, doğru ve
yanlışı tefrik edici akıl ile, hakikatte derinleşerek, yaşanılan tecrübelerin
ışığı ile insanlar için bir kandil ol. Kesin olarak ayrılmış olan hak ile
batılı birbirine karıştırma ve hakkın batıl ile örtülmesine müsaade etme. İşte
gerçek böyle bir şeydir. Peki, dünyada olan biten nedir? Aydınlık karartılmaya
çalışılmaktadır, imanlar boğazlarda tıkanıp kalmıştır, doğru ve yanlış iç içe
geçmiştir ve neyin doğru neyin yanlış olduğu bilinemez durumdadır, hak bile
isteye batıl ile örtülmüştür, gerçekte dindar olan dinsiz sayılmış dinsiz ise
dindar sayılmıştır, Tanrı’nın dini ref edilmiş yerine şeytanilerin
kurguladıkları din tatbikata geçirilmiştir. Bu gerçeği bilenler bildirilen
gerçeklere kolay kolay inanmazlar, çünkü gerçeğin bildirilmesi ile bildiren
gerçek aynı şey değillerdir. Zira bildirilen şey zaten gerçek değildir ve
olamaz ama gerçekmiş gibi bildirilir ki, gerçek sanasın ve kolayca kanasın ve
gönlün istediği şekilde yolunasın. Birisi seni uyutur, diğeri ise seni uyandırır
ve uyanmak tehlikelidir, uyutucuları, aldatıcıları fark etmeni sağlar. Bu ise
şeytaniyetin mutileri ve muteberleri için tam bir felakettir. Zira şeytan seni
tam on ikiden vurmak ister, hiç ummadıklarınla aldatmak ister, tabi sen fırsat
tanırsan. Şeytani düzenin bedavadan sürdüğünü mü sanıyorsun, şeytaniyet
düzeninin kapı kullarının boşuna mı seni gerçeklerden uzak tutmaya
çalıştıklarını düşünüyorsun? Bir maksatları olmasa, mebzul miktarda kazançları
olmasa, niçin yorulsunlar, niçin kafalarının konforunu bozsunlar, niçin
rahatsız olsunlar? Ama değiyor ki, tüm bunlara katlanmayı göze alıyorlar ve sen
de onlara çanak tutuyorsun ve onların sefil bir çanak yalayıcısı oluyorsun. Olma,
değmez. İnsan ol, o vakit yaşamaya değer ve yaşadıkça yaşatmayacaksın unutma!
Bugün yaşayanlar sen yaşayamadığın için yaşamaktadırlar, sen birileri yaşasın
diye ölüyorsun ama niçin öldüğünü bile bilmiyorsun, kutsal ülküler uğruna
öldüğünü sanıyorsun. Çıkarcı bir yaşamın cenderesinde mahkûmsun, tutsaksın ve
bu mahkûmiyetinin, tutsaklığının yegâne sebebi öğrenilmiş çaresizliğindir. Ve tüm
bu tür şeyler, cehaletin beslediği, büyüttüğü, neşrettiği tefessüh etmiş
kültürün ürünüdür. Cahillikten kurtulmadıkça, bataklığın içinde can çeke çeke
yok olup gideceksin. Yemin ediyorum kendini unutturuldun sen ey insan, şeytani
düzenin kanlı çarklarında öğütüle öğütüle kendi kendine yabancılaştın ve artık
gerçek anlamıyla mankurt oldun. Bu yüzden kendini kurtaracak olan her şeye
düşman gözüyle bakıyorsun, sana kurtuluş olacak şeylerin yanına yaklaşamıyorsun.
Sana çare olacak olanı düşman belliyorsun ama seni öldürecek olana dost diye
sarılıyorsun, nasıl zehirlendiğinin farkında bile değilsin. Koyun gibi
güdülüyorsun, inek gibi sağılıyorsun, çakal gibi artıklarla doyuruluyorsun,
köle gibi çalıştırılıyorsun ama hala uyuyorsun, uyudukça daha da çok uyumak
istiyorsun. Sen gerçekten nasıl bir malsın hiç düşünüyor musun?
SON KEZ
Hayatım boyunca, fasılalı olarak, her daim kendimi sorguladım ve hayat
yolunda karşılaşmış olduğum insanlardan helallik talebinde bulundum. Bunu
onurlu ve şerefli bir şekilde yaşamanın olmazsa olmaz önkoşulu olarak gördüm.
Çünkü, sorgulamadığım bir hayatı yaşamaya değer görmedim. Zira sorgulamak bir
nevi arınmaktı benim için. İşte bunu son kez yapıyorum. Bilen bilir, bilmeyenle
de zaten herhangi bir karşılaşmışlığım yoktur. Bendeniz de bilenlere
sesleniyorum, ama bilenlerin ve duyanların da, bilipte duymayanlara
bildirmesini istirham ediyorum. Bir rüzgâr gibi gelip geçen hayat yolunda, her
durduğum durakta, nice insanla karşılaştım, hemhal oldum, dostluk kurdum,
arkadaşlık yaptım. Niceleriyle de hala iletişim halindeyiz elbette. Her
kesimden binlerce insan tanıdım hayat yolunun muhtelif duraklarında. Kendimce,
ardımda, kötü bir anı, kirli bir iz, lekeli bir isim bırakmadığıma inanıyorum.
Ama yine de elbette bir kişi hakkındaki en isabetli değerlendirmeyi kendisi
dışındaki insanların yapması daha kıymetli olur. Belki kişi her şeyin normal
seyrinde olup bittiğini sanır velâkin bu meyanda başkalarını üzmüştür ama fark
etmemiştir. Bu yüzden buradan tüm insanlara sesleniyorum. Eğer ki, yürüdüğüm bu
hayat yolunda, yolun tam da burasından, şu anından, sözlerin söylenip yazıldığı
tam bu andan geride kalan kısmında karşılaştığım tek bir insanın kalbini
kırdıysam, hakkını yediysem, tek bir insana ihanet ettiysem, iftira attıysam,
tek bir insanı jurnallediysem buyursun söylesin ve gelsin hakkını alsın. Zerre
çekinmesin, bana şu kötülüğü yaptın desin. Hiçbir çekincem, korkum yok. Çünkü
kendimden eminim. Hakkı olanın da hakkını teslim etmekte tereddüt edersem
söylenecek tüm kötü sözleri hak ediyorum demektir. Zira bu hayatta en korktuğum
şey, her ne sebeple olursa olsun bir kişinin kalbini kırmak, her ne sebeple
olursa olsun bir insanın hakkını yemek, her ne sebeple olursa olsun bir insanı
satmaktır. Ve hayatım boyunca da şu ana dek böylesi pisliklere bulaşmadım. Yine
de bu konuda en isabetli kararı verecek olanlar sair insanlardır kuşkusuz ilk
başlarda söylediğim gibi. Ve bu hayat yolunda daima insanlığı önceledim ve
önemsedim, sair şeyleri hiçbir zaman umursamadım. Çünkü insanlık yoksa başka
şeylerin olabileceğine hiçbir ihtimal vermedim, olabileceğine de inanmadım.
İnsanlıkta sınıfta kalanların, dinleri ve milliyetleri bendenizi hiçbir vakit
ırgalamadı. Her şeyde, her şey olarak münhasıran insanlığı benimsedim,
insanlığa inandım, insanlığı önceledim, her türlü boyutta kimlik olarak
insanlık kimliğim oldu. ‘’Bizde insan vardır ardı sorulmaz’’ diyen Hacı
Bektaş-i Veli’ye katılıyorum. ‘’Adınızın hiçbir önemi yok, insanlık bir
kimliktir’’ diyen Victor Hugo’ya katılıyorum.
Tüm bunlara rağmen, bir insan, durduk yere, sebepsiz, umarsız itham
edilebilir mi? Bir insandan sebepsiz nefret edilip, hiçbir sebep yokken o
insana kötülük yapılabilir mi? Kuşkusuz böylesi bir şeyi tereddütsüz
yapabilecek türler çıkabilirler. Bu yüzden de şöyle bir yolu tercih ediyorum.
Bendenizi hiçbir sebep yokken, hiçbir yanlışım olmadığına karar verdiği halde
suçlayabilecek olanlara şu soruları sormak isterim ve benimle ilgili
başkalarına olumsuz şeyler söyleyenlere de aynı soruları sormalarını istirham
ederim kendilerine bendenizle ilgili olumsuz şeyler söylenenlere;
İhanet mi etti?
Jurnal mi yaptı?
Namusuna laf mı etti ya da yan mı baktı?
Zulüm mü etti?
En ufak bir kötülük mü yaptı?
İyiliklerini örtüp, kötülüklerini öne mi çıkardı?
Toplum içinde şerefini yere mi serdi?
Cevap, eğer evet olursa, bu evet behemehâl hüccetlendirilmelidir, bu evetin
nasıl ve ne şekilde olduğu izah ve izhar edilmelidir, şayet bu evet
hüccetlendirilemiyorsa, izah ve izhar edilemiyorsa da, o vakit itham edenin
yüzüne tükürün geçin. Zira o kişi tereddütsüz hastadır. Çünkü zerre miskal bir
sebep olmadan bir kişiyi suçlamak, itham etmek, töhmet altında bırakmak
alçaklıktır, kahpeliktir. Hoşçakalın güzelinsanlar!
EKSTRA:
Nasıl yani,
anlayamadım da?
https://www.sozcu.com.tr/2022/yazarlar/soner-yalcin/dijital-diktatorluk-7000282/
Okumak,
düşünmek, sormak, sorgulamak zorundasın. Kendi akılının ışığına inanmak
güvenmek zorundasın. Karl Marx boşuna mı demiş, HER ŞEYİ SORGULA diye?
Yorumsuz.
Ya ne ilginç bir haber bu ya.
Kim unutturmaya çalışıyor ki Sayın Başkan? Elbette ki son
nefese kadar unutmayız, unutmayacağız, unutturmayacağız, kimse de unutturamaz.
Bu toprakların vatan olmasını da, bu cumhuriyeti de onun önderliğine, silah
arkadaşlarına ve onun peşinden hesapsız umarsız giden millete borçluyuz. Onu
anladığımız gün çok şeyin değiştiği gün olacak.