2019 yılı sonlarında Çin’de ortaya çıkan ve
gelişmiş veya gelişmemiş pek çok ülkeye yayılıp milyonlarca kişiye bulaşan, yüz
binlerce ölümüne kişinin ölüm nedeni olan, ekonomik, sosyal ve kültürel yıkımlara
neden olan korona (covid-19) salgını, artık gündemden düşmeye başladı.
Hastalığın etkisinin azalmaya başlamasıyla,
birçok ülke salgın nedeniyle aldığı yasak ve kısıtlamaları kaldırıyor. Bu
gelişmelere paralel olarak ülkemizde de HES uygulaması ve açık alanlarda maske
zorunluluğu kalkmış bulunuyor. Elbette maskeyi kullanmak takmak, kullanmak
isteyenler için bir engel yok.
Sağlık Bakanlığı tarafından açıklanan verilere,
göre vaka sayılarında ve hastaneye yatış oranlarında ciddi düşüşler yaşanıyor.
Sağlık Bakanlığı çevreleri ve doktorlar bu olumlu gelişmeyi, hastalığın
evrimleşmesi ve etkisinin azalmasına ve aşılama çalışmalarına bağlıyorlar.
Korona salgını nedeniyle bütün dünya ülkeleri
ve insanlık, çok zor ve ağır bir dönemden geçti. Bu zor dönemin sıkıntı ve sancıları
bitmiş değil. Belki de geride bıraktığı yıkımlar, daha uzun bir süre devam
edecek. Hastalığın yaygın olduğu dönemlerde milyonlarca insan evlerine kapandı,
dört duvar arasına sıkışıp kaldı. Zorunlu olarak dışarı çıktığında fazla
kimseyle görüşmedi, bir araya gelmedi. Geleneksel aile ve toplum yapısı
değişti. Sosyal hayat durma noktasına geldi. Ekonominin çarkları dönmez oldu.
Fabrikalar üretim yapamadı, ürettiğini satamadı, işyerleri kapandı, çalışanlar
işsiz kaldı. Çoğu kişi, akşam evine ekmek götüremedi.
Bu zor ve ağır süreçte, ne zaman yasaklar
kalkmaya, kısıtlamalar gevşemeye başlamışsa, salgının yeni bir sürümü ile
karşılaştık. İnsanlar ve devlet kurumları gerçekten ne yapacağını şaşırdı.
Salgının birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü dalgaları geldi. Hastaneler dolup
taştı. Cenazeler özel ekipler tarafından kaldırıldı.
Diğer
ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de koronaya ilişkin bazı yasak ve
kısıtlamaların kalkmasının ne gibi etkileri olacağını şimdiden kestirmek zor.
Ancak halk, yaşamakta olduğu ekonomik kriz, fiyat artışları ve hayat pahalılığı
nedeniyle covid tehlikesini çoktan unutmuş görünüyor.
Daha önce yayımlanan yazılarımızda ifade
ettiğimiz gibi, ülkemizde zaten bir ekonomik bunalım, hayat pahalılığı ve
kontrol edilemez fiyat artışları vardı. Salgın hastalık dönemi bunalımı iyice
derinleştirdi. Çok uzun yıllar öncesine uzanan yanlış ekonomik politikalar
nedeniyle borç-faiz-kur kısır döngüsü, korkunç bir kara deliğe dönüşmüş
bulunuyor. Aslında ülkemizde yaşanmakta olan bunalımın nedeni, üretim-tüketim
dengesinin kurulamaması, eldeki kaynakların doğru kullanılamamasıdır.
Ekonominin en basit kurallarının bile hiçe sayılmasıdır. Bu durum çoğu geri
kalmış veya gelişmekte olan bir ülkelerin yazgısıdır. Çıkmaya çalıştıkça, dibe doğru
battığımız üçkâğıt politikasıdır. Kısacası yenidünya düzeninin, küreselleşmenin
kurduğu tuzaklardır.
Osmanlıyı 1853’lerden itibaren aldığı
tefecilerden aldığı dış borçlar ve faizleri batırdı. Birinci dünya savaşı
Osmanlının tasfiyesiydi. İkinci dünya savaşı, bir tarafında Rusya, öbür
tarafında ABD’nin olduğu yenidünya düzeni ve yeni sömürge şeklinin
dayatılmasıdır.
Ülkemiz ikinci dünya savaşına girmemiş
olmasına rağmen, süper güçlerin paylaşımında ABD’nin ve batının yörüngesine
bırakılmıştır. Liberalist, kapitalist sistemin etki alanına girmiş, onların belirlediği
politikaya göre hareket edilmiş, çıkan yasalar onlara uygun olmuştur. Milli
eğitim politikası böyledir, ulaşım politikası böyledir, adalet hukuk, sağlık,
gıda, tarım ve hayvancılık politikaları, hatta milli güvenlik politikaları bile
ABD’nin, Batının, NATO’nun, AB’nin isteklerine uygun olması için çalışılmıştır.
Hâlbuki milli güvenlik, savunma, sağlık,
gıda, ulaşım ve haberleşme, bir ülkenin egemenliği, bağımsızlığı ile yakından
ilgili konulardır. Bu alanların kim olursa olsun dışa açılması, yabancılara
satışı tehlikelidir. Elbette bir ülkeye yabancı sermaye gelmeli, yatırım
yapmalı, Ama halkın milli güvenliğini, sağlığını, yiyeceği içeceği, ulaşım
haberleşme gibi stratejik alanlar devletin elinde ve milli olmalıdır.
Evet, ne yazık ki, sıkıntı ve sorun büyük.
Peki, çözüm nedir? İşte asıl cevaplandırılması gereken soru budur. Geçen
yazımızda ifade ettiğimiz gibi, ülkemizin ve insanlarımızın enerjisini, gücünü
ve kaynaklarını en verimli şekilde kullanarak her alanda daha çok üretimdir. Bir
kere daha tekrarlayalım çıkış yolu; şirketleşerek, kooperatifleşerek,
birleşerek, planlı, programlı çalışarak, teknolojiyi kullanarak, kaliteli daha
çok mal ve hizmet üretimidir. Sonra üretilen bu mal ve hizmetlerin en iyi şekilde
pazarlanması, dağıtımıdır ve ticaretidir. Elde edilen kazancın adil
bölüşümüdür. İnsanlarımızın, ülkenin gelişmişliğinden, milli gelirinden
yararlanmasıdır.
Hoşça
ve sağlıcakla kalın.