Biz insanlar
gerçekten çok ahmak, çok aptal, çok mal, çok cahil, çok alık ve bön, çok
kullanışlı yaratıklarız. Böyleyiz kardeşim, kimse kusura bakmasın böyleyiz. Bunu
insan varlığını kötülemek, insan varlığına hakaret etmek için söylemiyorum,
kendimi de dışarıda bırakmıyorum. Ama böyle olmamalıyız da diyorum kesin ve net
bir şekilde. Olmamalıyız kardeşim, böyle olmamalıyız, böyle olmaya zorlayan mı
var bizi? Hayır, bile isteye böyle olmayı tercih ediyoruz. Oysa aklımız var,
kalbimiz var, vicdanımız var, zekâmız var, ihtiyarımız var, niye kullanmıyoruz
bunları? Kullanmayınca da söylediğimiz gibi oluyoruz işte. Önümüzde duran
koyuna at dersek böyle olduğumuzda şüphe olmaz. Ya karşımdaki ağaç işte ağaç ve
sen ona araba diyorsun. Bre ahmak ağaç işte ağaç, ağaç diyemiyor musun?
Diyemiyorsun, çünkü kör, sağır, dilsiz, hissiz, geri zekâlısın. Aklımızı
kullanabiliyor muyuz? Hayır. Düşünebiliyor muyuz? Hayır. Sorabiliyor muyuz,
sorgulayabiliyor muyuz, bu şöyle olmalıydı niye böyle oluyor diyebiliyor muyuz,
hakkımızın ne olduğunu biliyor muyuz, hakkımızı arayabiliyor muyuz, hakkımız
elimizden alınınca dur orada diyebiliyor muyuz? Hayır. Bizi tehdit edene değil
de bize umut olana gönlümüzün kapılarını açabiliyor muyuz? Hayır. Bize ıvır
zıvır şeylerden, kof laflar edenden, sürekli nutuk atandan, insani olan hiçbir
şeyden söz etmeyenden yüz çeviripte; ekonomiden, yoksulluğa çare bulmaya
çalışandan, bizim haklarımızı çalandan ve bizleri soyandan söz edenden yana
yüzümüzü çevirebiliyor muyuz? Hayır. O vakit biz namussuzca, kahpece,
şerefsizce, pezevenkçe yargılamada mı buluyoruz, söylediklerimiz yanlış mı,
tespitlerimiz isabetsiz mi? Hayır. Resmin ne olduğunu ifade ediyoruz
münhasıran. Önüne bir tutam ot konulup çifte koşulmuş öküzleriz ve o bir tutam
ot hatırına yorulmak, dinlenmek nedir bilmeden sürüyoruz da sürüyoruz bizim
olan ama ürününü başkalarına sunduğumuz toprağı. Ulan toprak bizim, emek bizim,
ter bizim, yaş bizim, kan bizim ama adam geliyor ürettiğimize konuyor ve
eyvallah ediyoruz, böylesi bir şey sığırlıktan başka nedir Tanrı aşkına? Ve bir
an bile durup düşünmüyoruz, şüphelenmiyoruz neler olup bitiyor diye. Ne
peygamberleri dinlemeyi becerebilmişiz ne de filozoflara kulak kabartabilmişiz.
Hadi filozoflar tehdit ve tehlike de ya peygamberleri niçin dinlemiyoruz,
anlamıyoruz? Bu yüzden de yaşamı bataklığa çevirmiş ve içine batmışız,
debelenip duruyoruz, debelendiğimiz yerde de hep başkalarına kazandırıyor ve başkalarının
yaşamalarına tavassut ediyoruz. Gerçekten aklı olan biri böyle yapar mı,
böylesi bir yaşama müsaade eder mi? Gerçekten kalbi olup hisseden, vicdanı olup
sancı çeken biri böyle olur mu, böylesi bir yaşama müsaade eder mi? Etmez
kardeşim etmez, zerre aklı, onuru, namusu, vicdanı varsa etmez. Çehov ne
diyordu? İnsanlar anlamaktan çok inanmayı tercih ediyorlar diyordu. İnsan
dediğimiz işte bu yüzden maldır ve kullanışlıdır. Hemen inanmayı seçer, durayım,
düşüneyim, bi anlayayım ondan sonra inanayım demez ahmak. İşte böyle yaptığımız
için aptalca bir hayat yaşıyoruz ve yaşamadığımız kadar yaşatıyoruz. Çünkü
önümüze konulanı anlamak yerine onu getirene inandığımız için tüketmeyi tercih
ediyoruz. Oysa gerek getirenin kim olduğunu, gerek getirenin ne getirdiğini
önce anlamak iktiza etmektedir. Anlasana be ahmak önce, sonra ne yapacaksan
yap. Çünkü anlamadan tüketmenin sonucu zehirlenmektir. Eğer biz yaşamıyorsak,
mutlaka yaşayanlar vardır ve işte onlarda bizim yaşayamamamız üzerine bir yaşam
kuranlardır. Bizlere koşacaksınız demişler ve mütemadiyen koşuyoruz, bir türlü
durup ne oluyor diye sormuyoruz. Çünkü koşarken hiçbir şeyin farkında
olamıyoruz. Çevremize bakamıyoruz ve çevremizde neyi geride bıraktığımızı
göremiyoruz. Önce ekmeğimizi elimizden almışlar, sonra aldıkları ekmeği
ulaşamayacağımız yere koymuşlar ve bize de ekmeğe ulaşmamız için koşmamızı
söylemişler, bizlerde eyvallah deyip talimata uymuşuz. Hakikatin fısıltılarını
duymamışız bile, bu koşu esnasında. Zaten hakikatin haykırışını da
engellemişler, fısıltıyı da duymayacak bir tempoda koşmamızı buyurmuşlar. Deliler
gibi koşuyoruz, bir dilim ekmeğe ulaşmak için. Niye koşuyoruz demiyoruz,
koşturan kim sormuyoruz, uğruna koşup yorulduğumuz şey gerçekte kimin diye
sorgulamıyoruz, kimin yolunda koştuğumuzdan şüphe duymuyoruz, sadece koşuyoruz,
koşmak zorunda mıyız diye sormuyoruz. Gerçekten böylesi utanç verici bir hale
kendi rızasıyla düşen bir yaratığı savunmak bile utanılası bir şey ama
yapamıyorsunuz. Çünkü gerçekten hiçbir şeyin farkında olmayan ve hiçbir şeyi
anlayabilecek yetiye malik olmayacak kadar cahil olduğunu görüyorsunuz,
biliyorsunuz, hissediyorsunuz. Tabi farkında ve idrakinde olarak kendi
elleriyle bu duruma düşmediğini bildiğiniz için savunmaktan başka çareniz
kalmıyor. Çünkü onun kurtuluşu herkesin kurtuluşu olacak biliyorsunuz! Albert
Camus’un dediği gibi; savunuyorsun, çünkü görüyorsun ki düşmüş!
İNSAN DENİLEN ŞEYTAN...32...
Özgür DENİZ - 17.03.2022
Tarih: 17.03.2022
Okunma: 244
YORUMLAR
Yorumunuzu ekleyin.