İNSAN DENİLEN ŞEYTAN...35...

Özgür DENİZ - 20.03.2022

Bugün, insanlık, maalesef, kendi elleriyle oluşturduğu bataklıkta can çekişiyor, debelenip duruyor, debelendikçe daha da batıyor dibi doğru. Elbette benliğinde şeref, kafasında akıl mündemiç olduğu halde, o şerefi benliğinden sıyırıp atarsa, aklının ışığını söndürüp karanlık bir kavanoza koyarsa, böylesi rezil, kepaze, sefil bir duruma düşmesi sürpriz değildir. Okuyun bakalım Şura Suresi 30. Ayeti, Rum Suresi 41. Ayeti, Yunus Suresi 100. Ayeti, ne diyor görün bakalım idrak edecek yetiniz varsa. Ondan sonra yağmur gibi yağan belaları Tanrı mı yağdırıyormuş yahut bizler mi hak ediyormuşuz ve kendi ellerimizle mi çağırıyormuşuz görün? İster insan bağlamında bakın, ister inanmadan bakın; insan denilenin başına gelen her şey, iyi ya da kötü, kendi elleriyle işlediğinin neticesidir. Bunu idrak etmek için münhasıran akıl, bilim, vicdan temelinde bakmanız kifayet eder. Sahtekârlığın lüzumu yok, riyakârlığın âlemi yok. Dürüst olacaksınız dürüst. Namuslu olacaksınız namuslu. Sahtekârlıkla ve namussuzlukla yol alınmaz. Faşist kapitalist şeytaniyet düzeni tüm insanlığı aldatsa da, uyuştursa da, uyutsa da benim üzerimde bunu yapamaz, yapamayacaktır da badema. Bana verilen aklın ışığıyla, bilmin verileriyle, vicdanın yasalarıyla yolumu, yönümü bulduğum müddetçe böylesi bir zillette düşmeyeceğim. Çünkü mal değilim, ahmak değilim, sekter değilim, dar kafalı değilim, var olan aklımı kullanabildiğim kadarıyla kullanmaya çalışırım. Niçin kendimi yine kendime ait değerlerle aldattırayım, geri zekâlı mıyım ben? Kendi elleriyle işlediği kötülüklerin başına açtığı belalarla didişip duruyor mütemadiyen insanlık. Dünyada bir tek kendinin var olduğunu düşünerek, kendinden başka hiçbir kimsenin olmadığını varsayarak, sair tüm verilere ve veri kaynaklarına kendini tamamen kapatarak olguları ve olayları analiz edemiyor. Şerefli kılındığı halde şerefsizlere şerefini peşkeş çekiyor. Ait olmak ve biat etmek için çıldırıyor, ulvi olguların kendisine karşı kullanılmasına dur demiyor, illa birilerinin bir şeyler söylemesini bekliyor, başkalarından akıl umuyor. Ahmak o kafa diye verilmiş olan şey kavanoz mu, yok mu akıl onda, varsa niçin kullanmıyorsun? Seni sömüreni, senin için kavga vermeyeni, bilakis seni sömürgenlere yem edenleri beslemek kendi ellerinle işlediğin bir kötülük değil midir? Çünkü aklını kullanmıyorsun. Çünkü kalbini kullanmıyorsun. Düşüncenin, kendisini, sair tüm varlıklardan ayırdığını, gökyüzünde ki güneş misali her şeyi ve her yeri aydınlatan bir ışık olduğunu; sevginin yaratıcılığını, çekiciliğini, yeryüzünde ki güneş olduğunu, bir kalpten doğarak tüm kalplere uzandığını ve karanlık kalpleri evirip çevirip aydınlığa gark ettiğini, Tanrısal bir kuvvete ve kuşatıcılığa malik olduğunu fehmedemiyorsun. Binaenaleyh ne düşünebiliyor ne de sevebiliyor, düşüncesiz ve sevgisiz kuru bir dünyada oyalanıp duruyorsun. Düşmanını kendi elleriyle besliyor, sonra da besleyip, büyütüp, semiz hale getirdiğin düşmanından şekvacı oluyorsun. Bunun adı mürailikten hatta daha ötesi münafıklıktan başka nedir ki? Namussuzsun çünkü ama herkesi namussuz diye itham ediyorsun. Bu akıl tutulmasından, çılgınlıktan başka nedir ki? Güzel bir dünya yaratmak gibi bir derdin varsa, o dünyaya giden yoldaki tüm kötülükleri ekarte etmek gibi bir vazifen de vardır. Elbette, illa şiddetle olsun demiyoruz. İnsan şiddetsiz de halledebilir nice meseleleri. Tabi ki şiddetin de yeri ayrıdır ve gerektiği yerde, gereken zamanda, gereken şekilde istimal edilmelidir, gayedeki hikmeti yok etmesine yol verilmeden. Kendini sevmen ve kendi aklını kullanmaya cesaret etmen kifayet eder münhasıran, bunu becerebilmek için. İmmanuel Kant’ın söylediği gibi; ‘’kendi aklını kullanmaya cesaret etmelisin.’’ Ahmak niçin aklını kullanmıyorsun? Mesela; seni sömüreni ve sömürene yem edeni beslemeyebilirsin, onun peşine sorgusuz sualsiz takılmayabilirsin, onu okumayabilirsin, onun dizinin dibinde kuyruğunu kıstırıp oturmayabilirsin, onun seni ulvi olgularla aldatmasına göz yummayabilirsin, onun seni tuzağa çekmek için kurguladığı tiyatroları izlemeyebilirsin, yapılan yanlışları görebilir ve o yanlışlara dur diyebilirsin. Söylenen büyük yalanlara kanmayabilirsin. Zalime karşı mazlumun yanında durabilirsin. Haksızlık karşısında isyan edebilirisin. Yapabilirsin tüm bunları ama yapmıyorsun yani kendi ellerinle kendini ateşe atıyorsun, sonra da yandım Tanrı’m diye bağırıyorsun riyakârca, münafıkça. Bugün insanlık ne acıdır ki adeta bir zombiye dönüşmüştür. Dünyadan yana beklentileri, hırsları, arzuları ve ikbal beklentileri gözünü kör etmiştir, kalbindeki hisleri çekip almıştır, beynini dumura uğratmıştır. Hayatını planlayamayacak kadar zavallı duruma düşmüştür, üstün kabiliyetlerini, mümeyyiz vasıflarını yitirmiştir. Bugün soru soramayacak, sorgulama yapamayacak, yargıya varamayacak kadar basitleşmiştir. Hatta adileşmiştir, her türlü pisliği yapabilecek kadar. Tabir caizse alıklaştırılmış, bönleştirilmiş, aptallaştırılmış, mankurtlaştırılmış, sürüleştirilmiştir yahut bile isteye kendini bu derekeye indirgemiştir. İşte bu yüzden ne söylense duvara çarpar gibi çarpıp geri dönmektedir tüm söylenenler. Arthur Schopenhauer’un dediği gibi; ‘’çamurlaşan insanda halka yaratamamaktadır atılan taş.’’ İnsan bugün kendi kendine yabancılaşmıştır, yabancılaştırılmıştır ve buna da kendi elleriyle çanak tutmuştur. Yani kendi elleriyle kendi kendine kötülük etmiştir, başkalarının kötülük yapmasına ne hacet.  Jean Baudrillard'ın harika tespitiyle; ‘’kapitalizmin dikte ettiği yaşamın tatbikçileriyiz, basit bir kâğıt parçasından ibaret olan paranın ve o renklendirilmiş ve üzerlerine farklı rakamlar monte edilmiş paranın beslediği azgın çıkarların kurguladığı insanlarız.’’ Kapitalle alınıp satılan bir nesne derekesine düşmüşüz. İşin hülasası; yani bizler insan falan değiliz, basit birer kurguyuz ve insani olan ne varsa bünyemizden dışarıya atmışız ve insanlıktan boşalmışız, boşanmışız, artık yırtıcı bir hayvandan farkımız yoktur. Bugün paranın beslediği sözlü ya da yazılı iletişim araçlarının gösterdiğinden ötesini göremeyen, algılayamayan, anlayamayan yani haddizatında hiçbir şeyin farkında olmayan, kendi kendisini idare edemeyen, merhamet duygularını yitirmiş, akli melekeleri iflas etmiş birer zombiden başka bir şey değiliz. Aklını ve bilincini yitiren insanlık; gerçekle yalanı, doğru ile yanlışı, zalim ile mazlumu, sevgi ile nefreti, hürriyet ile esareti tefrik edemeyecek derekeye düşmüştür yani insan kendi kendini düşürmüştür. Ya yalanın yalan olduğunu bile ihsas ve idrak edecek melekeden uzak yani, her şey apaçık, berrak, net şekilde ortada ama mal gibi inanıyor işte. Ne hazindir ki ne kendisini savunabilecek cesareti ne de kendisini savunacak bir dostu yoktur bugün insanın. Bir Camus’ta yoktur ki; ‘’düştüğünü ve kalkmak için çırpındığını görüyorum, bu yüzden de insanı savunuyorum’’ desin. Kendisini yitiren, kendisinde barındırdığı tüm değerleri de yitirir ve maalesef insan kendisini kendisi yapan değerlerini de yitirmiştir. Bugün dünya üzerinde ki en değersiz, rezil, sefil, müptezel, pespaye varlıktır. Bugün haklarını bilmemektedir ve bu yüzden çalınıp çalınmadığını da anlayamamaktadır, adalet duygusunu kaybetmiştir, vicdanını örtmüştür, ruhunun öldürülmesine sessiz kalmıştır, bir esirden farkı yoktur ama hür olduğunu sanmaktadır, doymak bilmeyen bir açgözlülükle bitevi tüketmektedir, zihni çoraklaştırılmıştır ve tüm zihin pencereleri kendine rağmen kapatılmıştır, yalnız kalmaktan korktuğu için sürüye dâhil olma kolaycılığına sığınmıştır, doğruluğu ispatlanamadığı halde önüne konulan her yalana inanmaktadır. Gerçekleri aramak, kendini bulmak, düşmanı görmek gibi bir dert taşımamaktadır. Maddi, manevi her türlü zulmün cenderesinde sıkışıp kalmıştır tüm bunlardan sonra maalesef. Nihayet Sophokles’in dediği kerteye gelmiş dayanmıştır, yani ‘’her şeyi bozarak ve bozuğu şeylerin kendisini bozması karşısında da tüm savunma mekanizmalarını kaybettiği için savunma refleksi gösteremeyerek yani bozulmanın ötesinde çürüyerek korkunç, vahşi, iğrenç bir yaratık olup çıkmıştır.’’ Ortaya yüzü kızarmayan, suçlu olsa bile suçluluk duygusu taşımayan, amorf bir yaratık çıkmıştır. En son tahlilde; insan ölmüştür ama cenazesini kaldıracak kimse yoktur, kokmuştur ve dünyayı da kokutmaktadır günden güne.

Tarih: 20.03.2022 Okunma: 258

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?