Bugün,
insanlık, maalesef, kendi elleriyle oluşturduğu bataklıkta can çekişiyor,
debelenip duruyor, debelendikçe daha da batıyor dibi doğru. Elbette benliğinde
şeref, kafasında akıl mündemiç olduğu halde, o şerefi benliğinden sıyırıp
atarsa, aklının ışığını söndürüp karanlık bir kavanoza koyarsa, böylesi rezil,
kepaze, sefil bir duruma düşmesi sürpriz değildir. Okuyun bakalım Şura Suresi
30. Ayeti, Rum Suresi 41. Ayeti, Yunus Suresi 100. Ayeti, ne diyor görün
bakalım idrak edecek yetiniz varsa. Ondan sonra yağmur gibi yağan belaları
Tanrı mı yağdırıyormuş yahut bizler mi hak ediyormuşuz ve kendi ellerimizle mi
çağırıyormuşuz görün? İster insan bağlamında bakın, ister inanmadan bakın;
insan denilenin başına gelen her şey, iyi ya da kötü, kendi elleriyle işlediğinin
neticesidir. Bunu idrak etmek için münhasıran akıl, bilim, vicdan temelinde
bakmanız kifayet eder. Sahtekârlığın lüzumu yok, riyakârlığın âlemi yok. Dürüst
olacaksınız dürüst. Namuslu olacaksınız namuslu. Sahtekârlıkla ve namussuzlukla
yol alınmaz. Faşist kapitalist şeytaniyet düzeni tüm insanlığı aldatsa da,
uyuştursa da, uyutsa da benim üzerimde bunu yapamaz, yapamayacaktır da badema. Bana
verilen aklın ışığıyla, bilmin verileriyle, vicdanın yasalarıyla yolumu, yönümü
bulduğum müddetçe böylesi bir zillette düşmeyeceğim. Çünkü mal değilim, ahmak
değilim, sekter değilim, dar kafalı değilim, var olan aklımı kullanabildiğim
kadarıyla kullanmaya çalışırım. Niçin kendimi yine kendime ait değerlerle
aldattırayım, geri zekâlı mıyım ben? Kendi elleriyle işlediği kötülüklerin
başına açtığı belalarla didişip duruyor mütemadiyen insanlık. Dünyada bir tek
kendinin var olduğunu düşünerek, kendinden başka hiçbir kimsenin olmadığını
varsayarak, sair tüm verilere ve veri kaynaklarına kendini tamamen kapatarak
olguları ve olayları analiz edemiyor. Şerefli kılındığı halde şerefsizlere
şerefini peşkeş çekiyor. Ait olmak ve biat etmek için çıldırıyor, ulvi
olguların kendisine karşı kullanılmasına dur demiyor, illa birilerinin bir
şeyler söylemesini bekliyor, başkalarından akıl umuyor. Ahmak o kafa diye
verilmiş olan şey kavanoz mu, yok mu akıl onda, varsa niçin kullanmıyorsun? Seni
sömüreni, senin için kavga vermeyeni, bilakis seni sömürgenlere yem edenleri
beslemek kendi ellerinle işlediğin bir kötülük değil midir? Çünkü aklını
kullanmıyorsun. Çünkü kalbini kullanmıyorsun. Düşüncenin, kendisini, sair tüm
varlıklardan ayırdığını, gökyüzünde ki güneş misali her şeyi ve her yeri
aydınlatan bir ışık olduğunu; sevginin yaratıcılığını, çekiciliğini, yeryüzünde
ki güneş olduğunu, bir kalpten doğarak tüm kalplere uzandığını ve karanlık
kalpleri evirip çevirip aydınlığa gark ettiğini, Tanrısal bir kuvvete ve
kuşatıcılığa malik olduğunu fehmedemiyorsun. Binaenaleyh ne düşünebiliyor ne de
sevebiliyor, düşüncesiz ve sevgisiz kuru bir dünyada oyalanıp duruyorsun.
Düşmanını kendi elleriyle besliyor, sonra da besleyip, büyütüp, semiz hale
getirdiğin düşmanından şekvacı oluyorsun. Bunun adı mürailikten hatta daha
ötesi münafıklıktan başka nedir ki? Namussuzsun çünkü ama herkesi namussuz diye
itham ediyorsun. Bu akıl tutulmasından, çılgınlıktan başka nedir ki? Güzel bir
dünya yaratmak gibi bir derdin varsa, o dünyaya giden yoldaki tüm kötülükleri
ekarte etmek gibi bir vazifen de vardır. Elbette, illa şiddetle olsun
demiyoruz. İnsan şiddetsiz de halledebilir nice meseleleri. Tabi ki şiddetin de
yeri ayrıdır ve gerektiği yerde, gereken zamanda, gereken şekilde istimal
edilmelidir, gayedeki hikmeti yok etmesine yol verilmeden. Kendini sevmen ve
kendi aklını kullanmaya cesaret etmen kifayet eder münhasıran, bunu
becerebilmek için. İmmanuel Kant’ın söylediği gibi; ‘’kendi aklını kullanmaya
cesaret etmelisin.’’ Ahmak niçin aklını kullanmıyorsun? Mesela; seni sömüreni
ve sömürene yem edeni beslemeyebilirsin, onun peşine sorgusuz sualsiz
takılmayabilirsin, onu okumayabilirsin, onun dizinin dibinde kuyruğunu kıstırıp
oturmayabilirsin, onun seni ulvi olgularla aldatmasına göz yummayabilirsin,
onun seni tuzağa çekmek için kurguladığı tiyatroları izlemeyebilirsin, yapılan
yanlışları görebilir ve o yanlışlara dur diyebilirsin. Söylenen büyük yalanlara
kanmayabilirsin. Zalime karşı mazlumun yanında durabilirsin. Haksızlık
karşısında isyan edebilirisin. Yapabilirsin tüm bunları ama yapmıyorsun yani
kendi ellerinle kendini ateşe atıyorsun, sonra da yandım Tanrı’m diye
bağırıyorsun riyakârca, münafıkça. Bugün insanlık ne acıdır ki adeta bir
zombiye dönüşmüştür. Dünyadan yana beklentileri, hırsları, arzuları ve ikbal
beklentileri gözünü kör etmiştir, kalbindeki hisleri çekip almıştır, beynini
dumura uğratmıştır. Hayatını planlayamayacak kadar zavallı duruma düşmüştür,
üstün kabiliyetlerini, mümeyyiz vasıflarını yitirmiştir. Bugün soru
soramayacak, sorgulama yapamayacak, yargıya varamayacak kadar basitleşmiştir. Hatta
adileşmiştir, her türlü pisliği yapabilecek kadar. Tabir caizse
alıklaştırılmış, bönleştirilmiş, aptallaştırılmış, mankurtlaştırılmış,
sürüleştirilmiştir yahut bile isteye kendini bu derekeye indirgemiştir. İşte bu
yüzden ne söylense duvara çarpar gibi çarpıp geri dönmektedir tüm söylenenler.
Arthur Schopenhauer’un dediği gibi; ‘’çamurlaşan insanda halka yaratamamaktadır
atılan taş.’’ İnsan bugün kendi kendine yabancılaşmıştır, yabancılaştırılmıştır
ve buna da kendi elleriyle çanak tutmuştur. Yani kendi elleriyle kendi kendine
kötülük etmiştir, başkalarının kötülük yapmasına ne hacet. Jean Baudrillard'ın harika tespitiyle;
‘’kapitalizmin dikte ettiği yaşamın tatbikçileriyiz, basit bir kâğıt
parçasından ibaret olan paranın ve o renklendirilmiş ve üzerlerine farklı rakamlar
monte edilmiş paranın beslediği azgın çıkarların kurguladığı insanlarız.’’ Kapitalle
alınıp satılan bir nesne derekesine düşmüşüz. İşin hülasası; yani bizler insan
falan değiliz, basit birer kurguyuz ve insani olan ne varsa bünyemizden
dışarıya atmışız ve insanlıktan boşalmışız, boşanmışız, artık yırtıcı bir
hayvandan farkımız yoktur. Bugün paranın beslediği sözlü ya da yazılı iletişim
araçlarının gösterdiğinden ötesini göremeyen, algılayamayan, anlayamayan yani
haddizatında hiçbir şeyin farkında olmayan, kendi kendisini idare edemeyen, merhamet
duygularını yitirmiş, akli melekeleri iflas etmiş birer zombiden başka bir şey
değiliz. Aklını ve bilincini yitiren insanlık; gerçekle yalanı, doğru ile
yanlışı, zalim ile mazlumu, sevgi ile nefreti, hürriyet ile esareti tefrik
edemeyecek derekeye düşmüştür yani insan kendi kendini düşürmüştür. Ya yalanın
yalan olduğunu bile ihsas ve idrak edecek melekeden uzak yani, her şey apaçık,
berrak, net şekilde ortada ama mal gibi inanıyor işte. Ne hazindir ki ne
kendisini savunabilecek cesareti ne de kendisini savunacak bir dostu yoktur
bugün insanın. Bir Camus’ta yoktur ki; ‘’düştüğünü ve kalkmak için çırpındığını
görüyorum, bu yüzden de insanı savunuyorum’’ desin. Kendisini yitiren,
kendisinde barındırdığı tüm değerleri de yitirir ve maalesef insan kendisini
kendisi yapan değerlerini de yitirmiştir. Bugün dünya üzerinde ki en değersiz,
rezil, sefil, müptezel, pespaye varlıktır. Bugün haklarını bilmemektedir ve bu
yüzden çalınıp çalınmadığını da anlayamamaktadır, adalet duygusunu
kaybetmiştir, vicdanını örtmüştür, ruhunun öldürülmesine sessiz kalmıştır, bir
esirden farkı yoktur ama hür olduğunu sanmaktadır, doymak bilmeyen bir
açgözlülükle bitevi tüketmektedir, zihni çoraklaştırılmıştır ve tüm zihin pencereleri
kendine rağmen kapatılmıştır, yalnız kalmaktan korktuğu için sürüye dâhil olma
kolaycılığına sığınmıştır, doğruluğu ispatlanamadığı halde önüne konulan her
yalana inanmaktadır. Gerçekleri aramak, kendini bulmak, düşmanı görmek gibi bir
dert taşımamaktadır. Maddi, manevi her türlü zulmün cenderesinde sıkışıp
kalmıştır tüm bunlardan sonra maalesef. Nihayet Sophokles’in dediği kerteye
gelmiş dayanmıştır, yani ‘’her şeyi bozarak ve bozuğu şeylerin kendisini
bozması karşısında da tüm savunma mekanizmalarını kaybettiği için savunma
refleksi gösteremeyerek yani bozulmanın ötesinde çürüyerek korkunç, vahşi,
iğrenç bir yaratık olup çıkmıştır.’’ Ortaya yüzü kızarmayan, suçlu olsa bile
suçluluk duygusu taşımayan, amorf bir yaratık çıkmıştır. En son tahlilde; insan
ölmüştür ama cenazesini kaldıracak kimse yoktur, kokmuştur ve dünyayı da
kokutmaktadır günden güne.
İNSAN DENİLEN ŞEYTAN...35...
Özgür DENİZ - 20.03.2022
Tarih: 20.03.2022
Okunma: 258
YORUMLAR
Yorumunuzu ekleyin.