Şimdi;
Konfüçyüs’ün çok değerli, çok gerçek, çok doğru bir sözü vardır malum; “üç tür
doğru vardır; senin doğrun, benim doğrum ve doğru.” Öyleyse biz doğru nedir ona
bakmalıyız ve doğru güneş gibi aşikârdır ve doğrunun birinin ağzından çıkması
onun doğrusu olduğu anlamına gelmez. Bugün olgular maalesef herkesin kendi
doğrusuna göre tanımlanmaktadır ve tanımlanan her şey daraltılır ve kendi
gerçekliğini kaybeder. Mesela; din konusunda bir senin doğrun vardır, bir benim
doğrum vardır ve bir de doğru olan vardır ve bugün herkes din konusunda doğru
olanı gizlemektedir ve dinle ilgili kendi doğrusunu din diye insanlığa
yedirmektedir. Zira böylesi bir tavrın arkasında devasa bir rant vardır ve o
rant behemehal kaçırılamaz. Çünkü dinin kendi doğrusu ifşa olursa, din üzerinde
hesap kitap yapanların hesapları ve kitapları bozulacaktır, işler şirazesinden
çıkacaktır ve kaybedeceklerdir. Kaybetmek isterler mi, kaybetmemek için dinin
doğrusunu gizlemezler mi? Elbette ki bunu yaparlar ve yapacaklardır da ve zaten
yapıyorlar da. İşte insanlık din üzerinden ve din aracılığıyla bu yoldan aldatılmaktadır,
afyonlanmaktadır, mankurtlaştırılmaktadır. Kişi bir kendi doğrusunu söyler, bir
de doğruyu söyler. İşte biz onun kendi doğrusuyla yine onun ağzından çıkan
doğrunun tefrikini yapabiliriz ve yapıyoruz ki; doğruyu görüyoruz velakin
doğruyu söylemek her zaman tehdit ve tehlike olarak algılanmıştır insanlığın
topraklarında. Ama behemehâl doğrular söylenmelidir, zira bilakis insanın
uyanması kabil değildir. Zaten düşüncenin kuduz köpek gibi kovalandığı bir
yerde de başka türlüsü mümkün olmazdı. İnsanlığın hüküm sürdüğü tüm yeryüzü
topraklarında da düşünce ve düşünen her daim tehlikeli addedilmiştir ve sürgüne
mahkûm olmuştur. Özellikle dinin doğrusunu söyleyenler daima tecride mahkûm
kılınmışlardır, katledilmişlerdir, sürgünden sürgüne sürülmüşlerdir, acılardan
acı beğenmişlerdir, çünkü dinin doğrusunu söylemek din üzerinden geçinenlerin
geçim kapılarının kapanması demekti. İnsanlık olarak maalesef alık ve bön bir
aileyiz. Anlamadan inanan, daha çok anlamak yerine daha çok inanmayı tercih
eden, nihayet kanan ve aldanan bir aileyiz. Ne gariptir ki, sonradan da hep
ağlarız tiksindirici bir şekilde. Şimdi insan dediğin kendisi dışında hedefi
olan bir varlıktır değil mi Oktay Sinanoğlu’nun ifadesiyle? Ki, Tanrısal
yetilere malik olması hasebiyle de böyledir bu. Yani münhasıran kendine
odaklanan ve kendi çıkarına göbekten bağlı olan insan hem insan olamayacağı
gibi hem de içgüdüleriyle hareket eden sefil bir varlık derekesine düşer, ta ki
hayvan bile ondan yüksekte kalır. Zira münhasıran kendini düşünürsen ve insanlığı
düşürürsen eninde sonunda düşecek olan sensindir ama önce anlaman iktiza eder
bunun ne demek olduğunu. Zira her insan diğer bir insanla ilintilidir. Keza,
insan bu dünyada insandır ve insanlığını burada yapar. Öyle ya ölünce insan
olacak ve insanlık gösterecek değildir. Ki, Tanrı bu dünyaya onu sınamak için
göndermiş değil midir? Din burada bir anlam ifade eder, vatan burada bir anlam
ifade eder, onur burada bir anlam ifade eder. Öldükten sonra buraya ait olan ve
burada olması lazım gelen her şey anlamını kaybeder. Bu yüzden ne yaparsa
burada yapmak zorundadır insan. Kaderini burada çizecektir, zira her boyutta ki
kaderi buradaki hareketlerine merbuttur. Buradaki kavgasıyla insanlıkta aşama
kaydedecek, level atlayacaktır. Yani bu dünyada konuşmayacaksa, benzerleri için
kavga etmeyecekse, tehlikeleri halkın önüne koyup uyarmayacaksa bunu nerede
yapacaktır? Ki, namuslu her insan, bu dünyada olup biten her şeyden sorumludur
ve sorumluluğunun bilincinde olup gereğini ifa etmelidir. Kim hangi alanda yetkinse
o alanla ilgili fikirlerini toplum önünde ifade etmek ve halkı tenvir etmek
zorundadır. Ki, insanın insanı uyarması vazifesini bizatihi Tanrı insana
hamletmiştir. Ki, Lut kavminden uyarmayanların başına neler geldiği malumdur,
sonradan niçin geldiğini sormuşlardır ama aldıkları cevapla sükût-u hayale
uğramışlardır. Gerçekleri söylemek münhasıran muayyen bir zümrenin ödevi
değildir. Ki, bazılarının zaten gerçeklerle ilgileri yoktur, kendileri de
hayatları da yalandır. Tabi vicdanlı ve namuslu biri ise insan dediğimiz, onura
boyun eğer ve onursuzluğu reddeder. Binaenaleyh, kendi yetkin olduğu alanda her
kişioğlu o yetkinliği mucibince vazifesini ifa etmelidir. Bilakis kendine
ihanet etmiş olur. Hatta Tanrı’ya ihanet etmiş olur. İnsanlık ailesi olarak maalesef
zihnen meflûç durumdayız. Sorumuz yok, şüphemiz yok, sorgulama yapmaktan ve
egemen olanları sigaya çekmekten aciziz. Oysa Tanrı egemen olanların önünde
eğilinmemesini ve haklarımızın onlara yağmalatılmamasını buyurmuştur, hem de
apaçık bir şekilde. Elbette dini bilmezseniz bunları da bilmezsiniz ya da dini
kendiniz bilmezseniz bunları öğrenemezsiniz, çünkü birileri dinin kendilerini
zarara uğratacak yönlerini gizlerler. Kendini düşünüp, kendisinin iyiliği için
bunu yapanların yanında olmaktan da korkuyoruz. Özgürlük dağının bir çiçeği
olacağımıza, esaret bağının gülü olmayı tercih ediyoruz. Onurlu yaşamayı ne
istiyoruz ne de sindirebiliyoruz. Bir tutam ota eğiliyoruz. Öküz gibi çifte
koşuluyoruz. Ve tüm bunlar muvacehesinde tepkisiziz. Çünkü ömrümüz köle gibi
yaşamakla ve efendiler aramakla geçmiş. Ne efendisiz yapabiliyoruz ne de köle
olmadan yaşayabiliyoruz. Oysa bizim Tanrı’dan başka efendimiz yoktur ve bu
dünyada da bir efendimiz olacaksa Tanrı’nın bu dünyada ki tecellisi olarak
kendimiz efendi olabiliriz kendimize. Ne yani şimdi göz göre tehlikeli sularda
kulaç atılacak ama boğuluyorsun ve herkesi de boğuyorsun denilince lanet mi
okunacak? Bizim vazifemiz hakikati ifşa etmektir, bedeli her ne olursa olsun.
İnsan da biraz izan, insaf, vicdan olur be. Ama tabi insanlık ailesi bu
değerleri kaybedeli çok oldu. Bu yüzden de insanca yaşamak diye bir derdi yok
hatta insanca yaşamadığını farkedecek bir bilinci de yok. Binaenaleyh, mezellet
ve meskenet içinde yaşamaya müstahaktır. Ki, zaten başka türlü de yaşıyor
değildir. Perdeyi indirmek ve gerçeği görmek zorundayız. Çünkü insan, gerçekle
ve gerçeğin doğuracağı kutsal çocuk olan özgürlükle insandır. Yoksa insan
doğmuş olabiliriz ama hayvan olarak ölürüz! İnsanın tek düşmanı yine insanın
kendisidir, haddizatında ne şeytan ne de nefsi ona zarar verebilir, o kendi
kendine zarar vermedikten sonra. Şeytan ve nefis sadece aldatmak ister,
istemedikten sonra aldanmayabilirsin ama istersen de aldanabilirsin, fakat
sonra ağlamayacaksın.
EKSTRA:
https://www.karar.com/yazarlar/ahmet-tasgetiren/84-milyondan-al-faizciye-hibe-et-1592538
Ne diyorsun
bayım sen ya?
https://www.sozcu.com.tr/2022/yazarlar/yilmaz-ozdil/cumhuriyet-ak-partisi-7032149/
Ne diyorsun
abi ya, bi git işin ya.
Ne diyorsun
abi ya, konuşmayı seviyorsun herhalde?
Aksın ya
size ne? Ne güzel işte insanlar kazanıyorlar, nazar etmeyin, çalışın sizin de
olsun.
Sayın vekil,
ben gerçekten kör kütük cahil olduğum, hala uyuduğum için farkına varamamışım
böyle bir detayın, uyandırdığınız için çok sağ olun, var olun, sonsuz
teşekkürler, Allah razı olsun.
Ne güzel
işte. Satılıyor, hazineye para giriyor, hazineye giren parayla da mevduatlar besleniyor.
Devlet güçleniyor.
Size ne
arkadaş ya? Alır alır. Çalışın siz de alın. Millet kabul ediyor, size noluyor? Keşke
daha fazla alsa, devlet hizmeti yapıyor.