İnsan bugün
ruh ve beyin olarak gerçekten tam anlamıyla mefluç durumdadır. Faşist
kapitalist şeytani düzen insanı mahvetmiştir, onu paçavraya döndürmüştür. İnsan
kendini bile tanıyamayacak kadar cahildir. Kendine ait ne varsa gasp edilmiştir
ama fark edemeyecek kadar dar kafalıdır. Velâkin buna rağmen her şeyi de
bildiğini sanmaktadır, aldanmaktadır ama aldanmadığını varsaymaktadır, çünkü
akıllı olduğunu düşünmekte ve akıllı olduğunu düşündüğü için de aldanmayacağına
inanmaktadır. Yani saf, katışıksız, mutlak maldır. Bu yüzden kendi
düşmanlarının elinde top gibi oynanmaktadır ama onları da dostu sanmaktadır. Ne
yaşadığını, nasıl yaşadığını bilemeyecek kadar cehaletin cenderesindedir. Bir
nehirde sürüklenip giden çöp gibidir. Her şeyin gerçeğine düşmandır, sahtesine
hayrandır. Hakikate düşman, yalana dosttur. Yanlışı doğru sanmakta, sahtekârı
dürüst bilmekte, haini kahraman görmekte, namussuzu namuslu görmekte, soysuzu
soylu bilmekte, adiyi asil sanmakta mahirdir ama her şeye doğru bakıp, her şeyi
doğru görmekte tam bir kördür. Bugün, mesela, dinin gerçeğini konuşalım mı
deseniz kaç kişinin yüreği ve cesareti vardır buna? Peygamberin söylediği ve
yaşadığı değil midir gerçek din deseniz, o vakit buyurun peygamberin nasıl
yaşadığını ve söylediğini konuşalım deseniz kaç kişi çıkar bunu konuşacak,
konuşmaya cesaret edecek? Tek bir kişi bile, evet evet ayrım yapmıyorum tek bir
kişi bile çıkmaz, çıkamaz, çünkü bu din o din değildir, dolayısıyla dinden
geçinenlerin tezgâhları ve oyunları ortaya çıkacaktır, öyleyse böylesi bir
müzakereye yanaşmak kabil midir? Din kazandıran bir araç haline getirilmişken,
kaybettiren bir gerçek olarak ortaya konulabilir mi? Bugün dini bildiklerini
söyleyenlerin tümü cahildir ve dini gerçekten bilmemektedirler. Evet, çok ciddi
sözlerdir bunlar, gerçekten cahildirler dini bildiklerini sananlar. Cahil
değillerse şu soruyu sormak farzdır o vakit; o zaman buyurun dini konuşalım ya
da bendenizin konuşmama müsaade edin, konuşunca hain ilan etmeyin,
lanetlemeyin, tecziye etmeye yeltenmeyin. Zaman içinde tahrifata ve tahribata
uğramış dinin bilgisine maliktirler münhasıran, zaten bu dini de bilmeyen kimse
yoktur, çünkü bu din hakikat bağlamında dinsizliğin ta kendisidir. Yani bugün
din sahibi oldukları iddiasında olanlar dinsizdirler. Bilakis buyurun konuşalım
o vakit gerçek dini. İnsan, ait olduğu yerden kopmanın, ayrı düşmenin acısını
yaşıyor ve ait olduğu yerle yeniden bütünleşmek istiyor. Bunu yüreğinin dibinde
hissediyor. Sanki koptuğu yere yeniden ilişiverecekmiş gibi içinde bir yerde
bir garip heyecan duyumsayıveriyor bir anda. Çünkü bir yerden kopmuş ve ayrı
düşmüş olduğunu o kadar derinden hissediyor ki, bu his o kadar canlı ki, tüm
gövdesiyle onaylıyor bunu. İçinde sonsuzluğa doğru yükselen bir şey var ama
nefesi kesiliyormuş gibi kesiliveriyor o sonsuzluk duygusu bir anda. Sanki onu
sınırlılığa mahkûm eden bir şey de var içinde, nasıl sonsuzluğa yükselten bir
şey varsa. Kökünden kopan bir şey nasılda çaresiz kalırsa ve tutunacak bir yer
bulamazsa bizde öyleyiz burada. Dalından ayrılmış yaprak gibi savruluyoruz
fırtınalar önünde. Bu dünyada sürgünü yaşıyoruz tam anlamda. Tanrı’m nasıl bir
dünya burası? Farkına vardığım günden beri bir türlü sevemedim be Tanrı’m
burayı. Senin dünyan ama Sen yoksun. Şeytanlar istila etmiş burayı. Sana ait ne
varsa bozmuşlar, öldürmüşler, yok etmişler, ta ki Seni bile öldürmüşler Tanrı’m
bu insanlar. Nehir gibi kir akıyor her yerden. Bataklıkta can çekişiyor insan
denilen ucube varlık. Gökten bile zehir yağıyormuş gibi hissediyorum bazen,
çünkü göklere neyin yükseldiğini biliyorum. Öyle ya yükselen ne ise düşen de
farklı bir şey olmazmış. Yaşamak nasıl da zor bir bilsen, nefes almak mümkün
değil. Seni bilmek bile tehlikeli Senin dünyanda. Biliyorsun Tanrı’m biliyorum
ama dokunmuyorsun. Zaten kendi kendilerine dokunuyorlar diyorsun mutlaka. Ama
yine de yaşamak ölümden beter burada. Çekip alsan da başka bir dünyaya
bırakıversen. Çok uzaklarda bir yerlerde mutlaka bir dünya olmalı, tertemiz,
lekesiz, kötülüksüz. Ve ben o dünyayı istiyorum, bu dünyayı yakmak, yıkmak
istediğim kadar. Çünkü burayı sevemedim, sevemiyorum, iğreniyorum buradan. Duyguların
olduğu gibi yaşandığı, düşünlerin zaten eylem haliyle varolduğu, sonsuzluk
içinde olunduğu için sonsuzluk özleminin çekilmediği bir dünyayı özlüyorum ben.
Göklerin, dağların nasılda çekiyorlar kendilerine insanı. Nasılda bir anda
yerden ayaklarının kesilivermesini ve yükselivermesini istiyor insan. Bu
toprağa mahkûm olmak çok acı Tanrı’m. Kanatlanıp uçuversem diyorum bir an ve
bir daha bakmadan ardıma yükselsem yükselsem göklerin sonsuzluğuna ulaşsam
diyorum ve bir daha düşmesem geri toprağa. Niye yere bağlandık kaldık ki, niye
yükselebilmek gibi bir yetinden mahrumuz ki? Kiriyle, pisliğiyle, kötülüğüyle
geride bırakmak istiyor bu karanlık dünyayı insan. Cehennemin tüm şeytanları
buraya doluşmuş sanki. Her tarafımıza kurulmuşlar ve bitevi kötülüğe sevk etmek
istiyorlar bizi. Niye böyle Tanrı’m? Nasıl çözülecek bu bilmece? Çözümü bize
bırakılmış bir bilmecemi gerçekten maruz kaldığımız bu durum? Nasıl da amansız
bir kaos hüküm sürüyor zihnimizde, ruhumuzda, gövdemizde. Nasıl bir şey bu şey
Tanrı’m ve neresi burası?
TANRI’NIN SESİ VİCDAN SESLENİYOR; YAPILMASI GEREKEN ACİLEN YAPILMALIDIR VE
ÇÖZÜM ÖNERİSİ
Suç benim mi kardeşim böyleysem,
Tanrı böyle yaratmış. Tanrı insan kılmış, öyleyse nasıl kılmışsa öyle yaşamak
zorundayım. Hayvan gibi de yaşayamam ki, akıl var düşünür durur, kalp var
hisseder, duygulanır, gövde var olmak ister. Böyleyse sözüm var söyleyeceğim.
Şikayetim varsa dile getireceğim. İsteğim varsa isteyeceğim. Böyle yaparsam
kötü mü olurum, hain mi olurum? O zaman ne yapayım söyleyin lütfen. Kimse de
üzerine alınmasın, alınan olursa da alınacak diye sözümü yutup, içime atıp,
kendi canıma zarar veremem. Kusura bakmayın kardeşim. Kimseye sözüm yok.
Gerçekleri söylüyorum. Yemin ediyorum, Tanrı, Peygamber, Kitap ve Büyük
İnsanlık şahit olsun ki hayat cehenneme döndü. İnsanlar acı çekiyorlar. Yemin
ediyorum, tüm kalbimle, içtenliğimle, samimiyetimle söylüyorum, söylemek
zorunda kalıyorum. Mutlak bir iyi niyetle söylüyorum. İnsanım ben kardeşim
insan. İt değilim. Aklım var düşünüyorum, kalbim var duygulanıyorum, vicdanım
var isyan ediyorum. Varolmak isteyen bir gövdem var, onun varolması adına
söylüyorum. Ne yani her şeyi içime atıp cehennemde mi yanayım? İnsanız ve insan
gibi yaşamak hakkımız var. Mal gibi yaşayamayız. Hayat yaşanmaz hale geldi.
Doğalgazın var ısınamıyorsun, elektriğin var aydınlanamıyorsun, araban var
binemiyorsun, suyun var kullanamıyorsun. Böyle olmaz, olamaz. Lütfen artık
yapılması artık hak hale gelmiş, zorunluluk olmuş zammı yapın. Her şeye her
saat zam geliyor. Öyleyse zam yapılması gereken şeye de zam yapın. En az 2.500
TL zam yapmanız gerekiyor. Ulaşım ücretlerinden haberiniz var mı? Konaklama
ücretlerinden haberiniz var mı? Adeta cehennem olmuş yakıyor ulaşım ücretleri.
Yemin ediyorum adeta füze gibi uçmuş. Şu an aklıma gelen bunlar. Yiyecek,
içecek zaten yanına yaklaşılacak hali yok. Ama yemin ediyorum böyle ya. Böyle
değilmiş gibi mi davranayım? Hayatın içindeyiz, can sahibiyiz, hissediyoruz
kardeşim. Ne yani mal gibi mi yaşayalım, çakılıp kalalım mı olduğumuz yerde? Bu
gerçekten ayıptır. Bu insan hakkı ihlalidir. Parası olanın zaten parası var ve
o yaşar, ayakta kalır. Önemli olan çetin şartlarda yaşamak zorunda kalanlara
yardımcı olmaktır. Öyleyse parası olanlara verilen paylar hayat şartları iyi
olmayanlara ayrılabilir. İsrafa son verilebilir. Zira israfın hangi düzeyde
olduğunu biliyoruz. Böylece adil paylaşım olmuş olur. Parası olmayanların
parası niçin parası olanlara verilsin? Parası olanlara ekstradan verilen
parayla her eve en az 10.000 liranın girmesi sağlanabilir ve böylece refah
genele yayılmış olur. Herkes mutluluk ve huzur içinde yaşar. İnsan yaşamazsa,
hiçbir şey yaşayamaz. Devlet, insanını onurlu yaşat ki, insanın da seni başının
üzerinde tutsun. İnsansız neye yarar ki dünya ve içindekiler? Bu ülke
kompradorların değil ve bu ülkede sadece onlar yaşamıyorlar ve dahi bu ülke
uğruna ölenlerde onlar değiller, hiçbir zaman da olmadılar. Akla gelmeyip
söylenmeyenleri de aklınız düşünüp söylesin.