Geçmiş olsun Anamur.

Hüseyin ŞİNASİ - 05.06.2022

                              

Bilim insanları, düşünür ve akademisyenler, “toprak, su, hava ve ateşi” varoluşun, yaradılışın temeli kabul eder. Her canlı veya cansız varlığın yapısında bu dört ana unsur belli oranlarda yer alır. Bu denge bozulursa yok oluş devresi başlar. Bu nedenle ilk insandan günümüzdeki milyarlarca kişiye kadar, “toprak, su, hava ve ateş kutsal sayılmış, saygı duyulmuş, hatta tanrı kabul edip tapmışlardır.

Yapılan bilimsel araştırmalara göre insanoğlunun yeryüzündeki geçmişi 200-300 bin yıllıktır. İlk insan cinsinin Doğu Afrika’da görüldüğü, yeryüzüne buralardan dağıldığı varsayılır. İnsanlar bu bölge çoğalıp, kalabalıklaştıkça, dünyanın başka yerlerine göç edip yerleşmiş.  Gittikleri yerlerde yeni yerleşim alanları kurmuş. Nil nehri havzasında Mısır uygarlığı ortaya çıkmış. Fırat ve Dicle havzasında  (Mezopotamya) Sümer, Asur uygarlığı, Amerika kıtası İnka uygarlığı gelişmiş. Atlantis ve Mu uygarlıkları gelip geçmiş. Değişen iklim koşulları nedeniyle büyük kavimler göçü meydana gelmiş. Bu aşamada devletler, imparatorluklar kurulmuş veya yok olmuş. Ama yaradılışın temelini oluşturun toprak, su, hava ve ateş dengesi hep gözetilmiş. Denge ne zaman bozulmuşsa bundan herşey zarar görmüş. Ateşte yanmış, suda boğulmuş, toprak üstünü örtmüş, hava zehirlemiş.

İnsanlar çoğu zaman bunları düşmanlarına karşı bir silah olarak kullanmış, ölmüş veya öldürmüş.

Canlı varlıklar için yeme içme, nefes alma, tehlikelerden korunma içgüdüsel bir davranış biçimidir.

İnsan toplulukları, çeşitli nedenlerle göç edip, yerleşmeyi düşündükleri yerlerin, su kaynaklarına, toprağına, taşına, arazisine, güneşin durumuna bakmış. Uygun olmayan yerlerde durmamış.

İlk insanlar kışın soğuktan, yazın sıcaktan, vahşi hayvan saldırılarından korunmak için mağaraları barınak olarak kullanmış, daha sonra korunaklı yerlerde barakalar, evler, konaklar, saraylar yapmış. Tehlikelerden korumak, düşmanı korkutmak için çeşitli silahlar edinmiş. Bazı hayvanları evcilleştirerek etinden, sütünden, gücünden yararlanmış. Binek aracı olarak kullanmış, dağları, tepeleri, vadileri, düzlükleri aşmış. Deniz, göl ve nehirlerde yüzecek gemiler yapmış. Ticaret amacıyla gittikleri yerlerde, alışveriş merkezleri, pazarlar, kentler kurmuş. Anamur’daki Anamuryum antik kenti bunlardan biridir.

 Bu açıdan Anamur’un tarihi, denizci bir toplum olan Fenikelilere, Friglere, Hititlere, Luvilere, Asurlulara, Perslere, Yunanlılara, Romalılara, Bizanslılara,  Emevilere, Abbasiler, Selçuklular, Karaman Oğulları, Osmanlı ve günümüze kadar uzanır.

Anamuryum’un en parlak dönemi, MÖ 3 yüzyıl ile MS 4.yüzyıl arasıdır. Sonra büyük bir deprem midir veya bir saldırı sonrası mıdır, bilinmez, ama terk edilmiş. Bu bölgede 250-300 yıl kimse yaşamamış. Daha sonraları Bizans döneminde Ermeniler ve Rumlar yerleştirilmiş. Ardından kafileler halinde Oğuz, Yörük, Türkmen boyları akmış. İlk gelip yerleştikleri yerler, genellikle koyun, keçi sürüleri için uygun olan dağlık ve korunaklı Bozdoğan, Kılıç, Sugözü, Karaağa, Lale, Kızılaliler gibi yerlerdir.   

Görüldüğü gibi Anamur ve çevresi, antik çağlardan beri, coğrafi yapısı, doğası ve iklim özellikleri ile çok özel bir yerleşim yeridir. Bu nedenle Anamur ve çevresi için alınacak kararların bu bölgenin ruhuna, yapısına uygun olması gerekiyor. Başka yerlerde şöyle yapılmış, böyle olmuş, biz de öyle yapılalım deme şansınız yoktur.

Ancak Anamur’da, elli altmış yıldır kentleşme adına atılan adımlar, hep yanlış sonuçlara ulaşmış, yanlış üstüne yanlış yapılmıştır. Bu yanlış adımların altında gelmiş geçmiş yerel yöneticilerin, toplum üzerinde etkili olan kişilerin, ailelerin, kurum ve kuruluşların imzası vardır. Örneğin Mersin-Anamur-Antalya yolunun Anamur içinden geçen bölümünde yanlış bir seçim yapılmış, yolun güzergâhı Mamure Kalesinden itibaren ovaya, düzlüklere kaydırılmış, eski yol devre dışı kalmış. Kentleşme doğal olarak ovaya kaymış, ekilip biçilebilecek araziler betona kurban gitmiştir.   

Yazılarımızda ve katıldığımız sohbet toplantılarında, Anamur’u yönetme iddiasında bulunan kişilere soruyoruz: “Anamur’un geleceği tarım mı, turizm mi?” Aldığımız cevaplara bakınca, kafaların karışık olduğunu anlıyoruz. Anamur için hazırlanan stratejik plan ve programlara bakıyoruz, orada da aynı kafa karışıklığını var.

Stratejik plan hedeflerine göre Anamur’un 2035’lerde nüfusu 250 bin ve ekonomisi turizme dayalı görünüyor.

Adana-Mersin-Silifke-Antalya yolu (D-400), Bozdoğan’da Pulludan başlar. Kaleden sonra bir kavis çizerek Anamur kent merkezine, oradan da Ören’e ulaşır. Karagedik tepesini aşıp gider. Bu yolun yapımı ve ulaşıma açılması bundan 60-65 yıl öncesidir. Akdeniz Sahil Yolu Projesi kapsamında aynı yol sağlı, sollu genişleyerek bölünmüş yol haline gelmiştir. İmar planında yapılan başka bir değişiklik ile Mersin-Antalya yolunun daha güneyinde Çevre Yolu (Hoca Ahmet Yesevi Caddesi) açılmış kentleşme biraz daha güneye kaymış, verimli araziler beton yığını haline gelmiştir.

Anamur’da kentleşme, güneyden kuzeyden verimli arazileri boğmaktadır. Anamur tarım mı, muz, çilek, tropikal meyve sebze mi, turizm mi karar vermesi lazım. Alınan karar eğer, tarım, ziraatçılık ise kentleşmeyi kuzey yamaçlara, eğimli arazilere kaydıracak, düzlüklerde üretime devam edecek, yok eğer turizm ise alınan karar muzdan, çilekten, zirai ürünlerden vazgeçecektir. İkisi bir arada olmaz. Tarihiniz, doğanız, güneşiniz, deniziniz, kumunuz ne kadar değerli olursa olsun, muz ve çilek seralarını, insan sağlığını htehdit eden zirai ilaçları gören, duyan ve bilen kimse Anamur’da, Bozyazı’da durmaz.

Hoşça ve sağlıcakla kalın.

 

 

Tarih: 05.06.2022 Okunma: 364

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?