Hayat sıkıcı
ve yeknesak geliyor hasta insana. Hiçbir şeyi insanca yaşamayı beceremiyor, ne
yaşıyorsa mal gibi yaşıyor, zaten böyle olduğu için sürü gibi güdülüyor, çünkü
hastalık tüm bünyesini sarmış ve sarsıyor, sersemletiyor sürekli. Ne
eğlenmesini biliyor, ne kendi kendine kalıp düşünmeyi becerebiliyor,
mütemadiyen kalabalıklara karışmayı istiyor canı. Kalabalıklarda duymak ne
mümkündür kendini ve anlamak hayatı. Ne yapacağını şaşırıyor nihayetinde,
koşturup duruyor deli koyun gibi, bir oraya bir buraya. Bu ise onu farklı
arayışlara yönlendiriyor. Bu yönelim onu götürüp faşist kapitalist şeytani
düzenin güçlü ama beyinsiz pezevenk efendilerinin kucağına düşürüyor. Bu tür
dördüncü tür yaratıklar tarafından kendisine cazibeli, gösterişli bir hayat
sunuluyor, haddizatında yaşaması için sunulmuyor, büyülemesi için gözlerine
gösteriliyor sadece ve ona ulaşmak için kendine yabancılaşması niyeti taşınıyor
arka planda, kendisi farkında olmuyor bunun ama farkında olması gerekenler
farkındalar. Yani tuzağı ve tezgâhı kuran ne yaptığının farkında ama tuzağa düşüp,
tezgâha gelen hiçbir şeyin farkında değil, gerçi kendinin farkında olmayan,
bunun nasıl farkında olsun ki? Yeter ki, ona kutsal kelimeler söyle, kulağına
kimlik ninnisi fısılda kifayet edecektir. Sanatçılar ve sporcular niçin
uçuk ücretler alıyorlar? Kompradorlar ve soysuz, cahil, asalak ve zombi
veletlerine niçin konforlu bir hayat sunuluyor ve niçin her şey onlara göre
dizayn ediliyor? Halka göre ultra lüks yaşasınlar, çılgınlar gibi yaşasınlar,
halka yaşamlarıyla örnek olsunlar ve halk onlar gibi yaşamaya arzu duysun ve
bunlar gibi yaşamaya çalışıp kendine yabancılaşsın için, kendine yabancılaşsın
ki, bu türlerin hayatları da garanti altında olsun. Böylece de sormayı,
sorgulamayı bıraksın, itaat etsin, rahat ettirsin. Bireyselleşen halk
toplumsallığını unutup böylece kendisini aldatanları ve sömürenleri de unutsun
ve kendi kavgamı vereceğim derken bunlarla kavga etmeyi bıraksın. Bunların
yaşadığını bunlara, kendine sunulan hayatı da kendine layık görsün ve haline
şükretsin diyedir tüm bunlar. Oysa ne şükür böylesi bir şeydir, ne de sabır
dünden bugüne bize anlatılan şeydir. Olguların ve kavramların mahiyetlerini
bilmediğimiz için de kolayca oltaya takılıp yem oluyoruz. Keza, gençlikte taammüden realizmden
koparılıyor, idealizmden uzaklaştırılıyor, gününü gün eden, günü kurtarma
peşine düşen gençlik isteniyor. Çünkü gençliğin sorması, sorgulaması
istenmiyor. Zaten yoksulluğun en dibinde ki sebepte bu tür şeyler değil midir?
Yani yoksulluk; taammüden, bilinçli, kontrollü, denetimli bir şekilde
kurgulanan melun bir tezgâhtır. Tüm zenginlikler bilinçli bir şekilde birkaç
elde dolaştırılmakta, halk ise zenginliklerden hak ettiği payı asla
alamamaktadır, niçindir bu, işte söylediğimiz sebeplerden dolayıdır. Yani
düşünülmesin, sorulmasın, sorgulanmasın diyedir, ezenlerin, sömürenlerin
düzeni. Yoksulun beyni sürekli midesindedir, sürekli yoksulluğun sürüklediği
yöne gider, bu yüzden soramaz, sorgulayamaz, düşünemez, mücadele edemez. Hem
korkar hem de boyun eğer, tabi olur, nihayet sürüleşir ve güdülür. Bir de kutsallarla
narkozladın mı ohhh ne güzel, gel keyfim gel. Anlamadan inanan, sorgulamadan
kabul eden bir gençlik arzulanıyor. Zira egemenliğin yolu bu şekilde açılacak
ve egemenlik ancak bu minval üzere tahkim edilecek. Gençlik bile isteye,
kayıtsız şartsız, sorgusuz sualsiz inanacak, biat edecek bir istikamette
yetiştiriliyor. Zira isteniyor ki, gençlik neyin ne olduğunun farkında olup,
kendini bilip, hayatı tanıyıp, kendilerinin rüyalarını, hayallerini, düşlerini,
yarınlarını çalan faşist kapitalist şeytani düzenin güçlü ama beyinsiz pezevenk
efendilerinin çarklarına çomak sokmaya tevessül etmesin. Sadece hamaset ninnisi
dinlesin, onunla uyusun ve büyüsün, böylece kuzu gibi büyütülüp koyun gibi
güdülsün. Bu makûs talihimizi, birleşerek, birleşik güçlerimizle yenip,
değiştirmeliyiz ve yeni bir insan olarak yepyeni bir hayatı kendi ellerimizle
yaratmalıyız, başka bir opsiyonumuz yoktur. Behemehâl alışkanlıklarımızı terk
etmeliyiz ve aykırı bir yaşama merhaba diyebilmeliyiz. Artık birilerinin şu
kötü, bu kötü, şu iyi, bu iyi demesine aldanmadan, aldırmadan, neyin iyi, neyin
kötü olduğuna aklımızın ışığında, bilmin yol göstericiliğinde, vicdan yasaları
temelinde kendimiz karar vermeli, doğruyu kendimiz bulmalı ve nereye
yöneleceğimizi kendimiz tayin etmeliyiz. Asla ve kata milliyet, din, mezhep,
ideoloji eksenli bakmamalıyız hiçbir şeye. Bilakis aldanırız ve yanılırız,
zaten bu minvalde bakmamız isteniyor ama biz bu oyuna gelmemeliyiz. Faşist
kapitalist şeytani düzenin güçlü ama beyinsiz pezevenk efendilerinin de
istedikleri budur, zira böyle yaşarsanız hayat kaostan ibaret olacaktır ve
kaosta da kimlerin kazanacağı malumdur. Tanrı bile kimlikleri
değil, davranışları olumsuzlar. Hatta şöyle der; ‘’söyle onlara gittikleri
yoldan vazgeçerlerse, yaptıklarını yapmayı bırakırlarsa, umurlur ki
affedilenlerden olurlar.’’ Yani onlar şu kimliğe sahip oldukları için
kötüdürler demez, şu davranışlarından dolayı kötüdürler der. Yani ayetlerde bu
tür ifadeler çok geçer. Tabi dinden ne anladığımız, onu bildiğimiz kadardır. Ve
ayrıca dini yaşamak için mi biliyoruz yoksa kullanmak ve onunla kazanmak için
mi biliyoruz burası da önemlidir. Yani dinci miyiz, dindar mıyız, mesele budur
din bağlamında. Ki, kuşkusuz dinciyiz ve din ticaretiyle maişetimizi temin
ettirip, hayatımızı idame ettiriyoruz. Hülasa; Din, kimliği değil davranışı
olumsuzlar. Bu yüzden, hep, gittikleri yoldan vazgeçer, davranışlarını
değiştirirlerse artık onları bırak der. Dolayısıyla önemli olan davranıştır
yani eylemdir. Ama biz nedense hep kimliklere bakarız ve kimliğine göre inanır,
taparız. Oysa din işte şu dinsiz öldür onu demez ama ondaki şu davranış kötüdür
der. Ama olaylara kimlik üzerinden bakmak işimize geliyor ve insanları kolayca
aldatıp sömürebiliyoruz bu yolla. Toplumun da kafası basmadığı için durumu
algılayamıyor. Herkes farklı kimlikler ardında halk için kavga veriyormuş gibi
bir hava yaratıyor ama herkes kendisi için kavga veriyor. Bizde direkt olarak
kimlikler üzerinden anlamaya çalıştığımız için kolayca aldanıyoruz. Zaten
eylemlerin değil, kimliklerin ön plana çıkarılmasının ardında yatan sebepte
budur. Kimse kimseyi düşünmüyor. Her şey koca bir yalan haddizatında ama biz
gözümüzün gördüğü her şeyi gerçek sanıyoruz yani koca yalanları yutmaya dünden
hazırız. İnsançocuğuna bakıyorsun muhteşem eylemler ortaya koyuyor, her türlü
melaneti ortaya çıkarıyor, gerçekleri söylüyor ama birileri çıkıp; işte o şu
kimlikten, onun kimliğini unutuyor musunuz dedi mi, onun yaptığı her şeyi yok sayıyor
ve ondan kaçıyoruz. İşte biz bu kadar mal, geri zekâlı, sefil, ahmak kişilikleriz,
bu yüzden de asla iflah olmalıyız, insan gibi yaşamayı beceremeyiz. Oysa seninle
aynı kimlikten olup seni aldatan, ezen, sömüren biri mi yoksa seninle aynı
kimlikten görmediğin ama senin hakkını, hukukunu arayan biri mi? Kim nasıl
yaşamaya layıksa o şekilde yaşar; şerefli yaşamaya layıksa şerefli yaşar,
şerefsiz yaşamaya layıksa şerefsiz yaşar.
İNSAN DENİLEN ŞEYTAN...102...
Özgür DENİZ - 06.06.2022
Tarih: 06.06.2022
Okunma: 266
YORUMLAR
Yorumunuzu ekleyin.