EY MÜSLÜMANLAR!...

Özgür DENİZ - 16.06.2022

‘’’’Andolsun insan hüsrandadır! Bir şey bilirim ki, insan azgınlaşmış ve yoldan çıkmıştır ve yoldan çıkıp, azgınlaşan insanlığı uyarmak ödevimi ifa etmek zorundayım. Ben uyarmazsam, sen uyarmazsan, o uyarmazsa, ya nasıl doğruyu bulacak ve uyanacak insan? Herkes kendi hayatını yaşamaya bakacaksa, hiçbir şeyi umursamayacaksa, umarsızca ve kayıtsızca davranacaksa, rahatının derdine düşecekse, kurduğum düzen bozulmasın ve konforuma halel gelmesin diye en küçük haksızlığa bile eyvallah edip o haksızlığa ortak olmayı seçecekse, tek başına tok ve mutlu olmanın derdine düşecekse, adalet için dövüşmeyip adaletsiz dünyadan kırıntılar kapmaya çalışıpta kaptığı kırıntılarla mutlu olmaya çalışacaksa, konforunu bozmayacaksa, suçlu kim, suçsuz kimdir o vakit ve böylesi bir insanlık nasıl felaha eripte dünyayı değiştirecektir? Rahatsız etse de, acıtsa da, ağır gelse de uyarmak zorundayım. Gözleri varda görmezse, aklı varda idrak etmezse, kalbi varda hissetmezse, kulakları varda duymazsa sorumlu bendeniz değilim ama bendeniz sorumluluğumdan azade olmak zorundayım. Geçelim! Kalbinizle hissederek dinleyin; aklınızla ölçüp, biçip, tartıp çözülmeyin ve değerlendirin; vicdanın yasalarıyla yargılayıp karar verin. Suçluysam suçlusun deyin ve cezam neyse tatbik edin, suçsuzsam da söylediklerimi kabul edin ve susun. İki tarafta da bana dokunacak ateşten korkuyorum ve ateşin bana dokunmasını engelleyecek sözden bir nehir oluşturuyorum ateşle aramda, bendeniz varken de yokken de daima akacak ve hem koruyacak hem de temizleyecek. Allah yap dedi yapıyorum, öyleyse hiçbir kimsenin kınaması, karşı çıkması umurumda bile olmaz. Bana kurtuluşu garanti ediyorsanız, o zaman bir şey diyemem ve ödevimi yapmaktan vazgeçerim. Geçelim!’’’’

 

Ne dendi?

 

‘’’’İçinizde uyaran bir topluluk bulunsun!’’’’

 

Dinleyin ey Müslümanlar! Kalbinize ve aklınıza sesleniyorum, bu yüzden kalbinizle ve aklınızla dinleyin. Her cümleyi hissederek ve aklederek dinleyin, eğer bir şey diyecekseniz de ondan sonra deyin. Keşke yüreğimi çıkarıp ortaya koyabilsem de yüreğim konuşsa, söylese, anlatsa, keşke bunu yapabilsem. Çünkü çok şeyi gerçek anlamıyla, özüyle, ruhuyla izah edemiyorum, hayır imtina ettiğimden, korktuğumdan değil, insani olarak yapamıyorum bunu, çünkü vicdanımın derinliklerinde hissettiklerimi müşahhaslaştıramıyorum, ete kemiğe büründürüp cümleye dönüştüremiyorum. Mutlaka hepinizde oluyordur bu, bir duyguyu yüreğinizde hissedersiniz ama yüreğinizde hissettiğiniz o duyguyu asıl haliyle bir türlü cümleye büründüremezsiniz, müşahhas olarak işte bu diyemezsiniz. Garip bir şeydir bu ama çaresi de yoktur. Mühim olan bakmak değil görmektir, bilmek değil anlamaktır, dokunmak değil hissetmektir. Ama hep baktınız görmediniz, bildiniz anlamadınız, dokundunuz hissetmediniz. Anlamaktan ziyade peşinen inanmayı tercih ettiniz. Çünkü peşinen inanmak işinize geldi, anlamak ise tehlikeliydi ve eylemi iktiza ederdi velâkin eyleme geçmek cesaret ve yürek işiydi. Çünkü dokunmak, bakmak ve bilmek sadece konuşturur ama hissetmek, görmek ve anlamak ise yaptırır. Ve mühim olan yapmaktır. Çünkü hayatın gerçek gayesi söz değil eylemdir. Eylem ise, kölesi olunan dünyayı kaybettirir ama kaybetmek istenir mi? İşte bütün mesele budur. Ne kadar çok konuştuk, eylemimiz ise yok denecek kadardı. Zira değişim yapmanın meyvesidir, konuşmanın değil. Eylem yoksa gerisi angaryadır, boş laftır. Aliya İzzetbegoviç’te; ‘’dünyayı dua değil eylem değiştirecektir’’ demiyor muydu? Mühim olan da; dünyayı yorumlamaktan ziyade değiştirmek değil miydi? Dünyayı değiştirmek istemedikten sonra var olmanın anlamı neydi, ne olabilirdi? Değiştirmek ise yorumlamakla değil eylemle kabil olabilirdi ancak. Keza şöyle söylenmedi mi; ‘’yapmadığınız şeyi niçin söylüyorsunuz?’’ Ama biz söyleneni ne işittik ne de umursadık, sağır kaldık, dikkate bile almadık. Bir tarafınıza değil her tarafınıza sesleniyorum, öyleyse hepiniz dinleyin, vuracaksanız da dinledikten ve anladıktan sonra vurun. Dinleyip anlamadan vurmak ancak cahillerin işi olabilir. Çünkü cahiller dinlemeyi ve dinlediğini anlamayı sevmezler, zira cahilliklerini çıplak bir şekilde müşahede ederler. Hatta sizin özelinizde yekpare insanlığa sesleniyorum. Yaaa sizler, ister inanarak söyleyin, isterseniz inanmadan söyleyin, gerçekten bu dünyanın baki, kendinizin de hiç ölmeyeceğinizi mi düşünüyorsunuz? Gerçekten böyle düşünüyor olabilir misiniz? Zevahire baktığım da maalesef böyle düşündüğünüzü düşünüyorum. Böyle düşünüyorsanız sorun yok ama ya böyle bir şey yoksa yani hem dünya hem de siz fani iseniz, böyle yaşamanın hesabını nasıl vereceksiniz? Nasıl yaşıyoruz ki diye soracak olursanız, susmaktan başka yol kalmaz bana. Sizin bilmediğinizi ben nasıl anlatabilirim ki, anlatsam da sizleri nasıl inandırabilirim ki? Bilmediğini bildiğini sanan, bilmiyorsun sözüne nasıl inanabilir ki? Ki, her şeyin fani olduğu âlemin malumudur, aksini düşünen hem cahil hem de delidir. Gelipte gitmeyen tek bir kişi gösterebilir misiniz şu devasa acunda? Sizler yaşadığınızın din olduğunu mu düşünüyorsunuz gerçekten? Gerçekten din sizin yaşadığınız olabilir mi? Din böyle bir şey olabilir mi? Yaaa dini gerçekten oturup konuşmaya, çözümlemeye var mısınız? Yüreğiniz ve beyniniz kifayet eder mi buna, cesaret edebilir misiniz? Buyurun oturup konuşalım, çözümleme yapalım, müzakere edelim, var mısınız? Eğer söylenilenin aksi yönde düşünüyorsanız, böylesi bir çağrıya icabet etmeniz iktiza eder. Gerçekten dininizi biliyor musunuz? Ya da din bu ise yani şu an hayatta din diye yaşanılan din ise, bu dini kim kabul eder? Gerçekten kabul edecek kaç kişi çıkar böylesi bir dini? Ya din bu değil ya da din bu ise kabul edilebilir bir din değil bu. Hayır, hayır din asla bu olamaz, çünkü böyle bir din olamaz. Olur diyorsanız da, çendan o din benim dinim olamaz. Kitabı hakem kılalım mı, buna gelebilir misiniz eğer düşünceniz de ciddi ve samimi iseniz ya da yaşadığınızın din olduğunu düşünüyorsanız? Yaaa sizler gerçekten hesap diye bir şeye inanıyor musunuz yahut hakikaten hesap vermeyeceklerden misiniz? Hakikaten hesap vermeyeceğinizi düşünüyor olabilir misiniz? Öldüğünüzde direkt olarak cennete mi gireceğinizi düşünüyorsunuz? Yani şu halinizle gerçekten cennet sizin olabilir mi? Ya da en idealde her şey cennete girmek için midir? Elinizde bir senet mi var Allah tarafından verilmiş? Zira sanki Allah size bir senet vermiş gibi yaşıyorsunuz, zira hiçbir şeyi umursamadan yaşıyorsunuz, sanki cennete gideceğinizi biliyormuş gibi. Böyle bir düşünceniz var mı gerçekten, gizli ya da açık? Kızıyor musunuz yoksa? Buna hakkınız olduğunu düşünüyor musunuz? Şerefsizlik mi ediyorum ki kızacaksınız? Bakınız önce dinleyecek, hissedecek, anlayacak, ondan sonra vuracaksınız, bari bunda doğru ve dürüst olun. Ama yemin ediyorum bunda bile doğru ve dürüst olamıyorsunuz. Çünkü dininizi asla bilmiyorsunuz. Yemin ederim ki, dininizi bilmiyorsunuz. Hem bendeniz düşman mıyım ki de vuracaksınız? Görevimi yapıyorum münhasıran, başka da bir şey yapmıyorum. Uyarma diyorsanız susayım eyvallah ama bunu açıkça söylemeye cesaretiniz olsun. Herhalde hesabımı verirken yanımda olmayacaksınız öyle değil mi? Siz hep birlikte mi hesap vereceğinizi düşünüyorsunuz? Öyleyse tek başıma vereceğim hesap için bunu yapmak zorundayım. Çünkü hesap vermekten korkuyorum, zira hayatımdan emin değilim. Napayım bendeniz sizler kadar emin olamıyorum. Çünkü elimde, bana verilmiş bir senet yok!!! Hani bilir misiniz; gelen ateş Hud peygamberin kavmine de dokunmuştu da, içlerinden bazıları bize niye dokundu diye sorduklarında, Hud peygamber onlara; ‘’siz uyaranlardan olmamıştınız’’ demişti. Haaa bana dosdoğru ve dürüst olma diyorsanız orası başka. Ama siz yanlış ol deyince de yanlış olacak değilim, orası da ayrı tabi. Çünkü beni kurtaracak olan sizler değilsiniz. Önce kendinizi kurtarın ki, beni kurtarmaya da cesaret edinmiş olun. ‘’Bana vur ama beni dinle’’ demiş Arthur Schopenhauer. Öyle değil mi, inandığınızı söylediğiniz Allah’ta ‘’emrolunduğunuz gibi dosdoğru olun’’ demiyor mu ve emrolunduğunuz gibi dosdoğru olmak söylediğimiz minvalde hareket etmeyi iktiza etmez mi? Lütfen bana söyler misiniz, eğer emrolunduğunuz gibi dosdoğru olsaydınız, böyle olur muydunuz, hayatlarınız böyle olur muydu? Hayatlarımızda ne varmış diyorsanız, biraz yalnız kalıp aynaya bakın bir kez lütfen ama cesurca bakın, bakmaktan ve aynaya yansıyanı görmekten korkmayın. Davanız olduğunu iddia ettiğiniz şeye ihanet eder miydiniz emrolunduğunuz gibi dosdoğru olsaydınız? Etmediğinizi iddia ediyorsanız, mutlak hüccetlerle ispat edeyim mi, bana ihanet etmeyecekseniz? Bendeniz de öyle diyorum yani Arthur Schopenhauer gibi, vuracaksanız da dinledikten sonra vurun, en azından adalet olsun için, doğruluk ve dürüstlük olsun için. İnsanız biz insan, niye insan gibi yaşamayı beceremiyoruz? Niye ya, niye beceremiyoruz bunu? Çünkü insan olmakla ilgilenmiyoruz, dünya sevgisiyle hani Peygamberin VEHN dediği şeyle sarhoş olmuşuz ve insanlığımızı dünyaya feda etmişiz. Sahi vehn neydi biliyor musunuz? Yaaa bu dünyanın sıkıntısı ne şudur, ne budur, ne odur, tek sıkıntısı insan kıtlığıdır insan. Vallahi de insan değiliz, billahi de insan değiliz, tallahi de insan değiliz. İnsan değiliz lan biz. İnsan yok bu dünyada, insan. İnsan olsaydı bu dünyada her şey insanca olurdu. Çünkü her şey insanın dokunuşuyla başlar bu dünyada ve insanın dokunuşuyla son bulur her şey. Evet, herkesin bir kimliği var eyvallah ama ya insanlığı var mı? Oysa önemli olan insanlıktır ve en büyük kimlikte insanlıktır, gerisi talidir. Öyle ya, öznesi insan olan bir dünyada, insan olmadan ne olabilir ki? İnsan suretine sahip olmak insan olmak demek değildir. İnsan yüreğiyle ve beyniyle insandır, insanlık eylemde tezahür eder. Lafla herkes insandır, ya eylemde insanlık ne olacak? İnsanca olan tek bir şey gösterin bana ya. İnsan doğmuşuz ama insan gibi yaşamıyoruz. Ne demişti İbn-i Hazm; ‘’insanın insandan çektiği acıları, insan, yırtıcı hayvanlardan, zehirli yılanlardan çekmemiştir.’’ Ne biçim bir yaşam lan bu? İnsanız diyoruz ama her türlü pisliği ya biz yapıyoruz ya da insan dediğimizden görüyoruz. Şimdi söyleyin lütfen, neremizden bilinecek insan olduğumuz? Tek bir yön gösterin lütfen, ki, insan olduğumuzu oradan bilebilelim. Yaaa biz gerçekten inandığımızı sandığımız Allah’a inanıyor muyuz, ahirete inanıyor muyuz, hesaba inanıyor muyuz? İnanıyorsak nasıl böyle yaşıyoruz? Yaşayamayız ya, yaşayamayız, inanıyorsak, inancımızda dürüstsek böyle yaşayamayız. Yaaa dilimizde olan Allah, niçin eylemlerimize karışmıyor? Yani Allah öylece konuşsun dursun bizi ilgilendirmez mi diyorsunuz, kafa sallar geçeriz mi diyorsunuz? Büyük yemin ediyorum ki, aynen böyle diyorsunuz hal-i pür melalinizle. O zaman Allah’ın varlığının anlamı nedir? Yaaa siz Müslüman mısınız? Faraza ben Ateistim, söyleyin bana lütfen ey Müslümanlar, öyle ya Müslümansınız ya, aranızdan beni dine döndürecek kaç kişi çıkar, varsayın ki Ateistim, hadi beni dine döndürün, sizin dininizi merak ediyorum, lütfen bana dininizi anlatın, o dillerinizde anlattığınız muhteşem dininize girmek istiyorum desem bunu becerebilecek kalibrede kaç kişi vardır içinizde? Vallahi, billahi, tallahi tek bir kişi bile göremiyorum, gözümün gördüğü hinterlanda. Vallahi de göremiyorum, billahi de göremiyorum, tallahi de göremiyorum. Hayır, varım diyen varsa çıksın ortaya, işte meydan. Görüyorum da söylemiyorum değil, böyle yapıyorsam şerefsiz ve namussuzum. Varsa gösterin, çekinmeyin lütfen. Hem niçin çekineceksiniz ki, böylesi bir şey onurdur, gururdur. Zira bir kişiyi kurtaran dünyayı kurtarmış gibi olmuyor mu ve bir kişiyi kurtarmak dünyanın içinde ki her şeyden daha değerli değil mi? Yoksa çekiniyor musunuz? O zaman sizler nasıl Müslümanlarsınız ya? Hiç mi sorgulamıyorsunuz yaşadığınız hayatı, biz ne yapıyoruz, nasıl yaşıyoruz diye hiç mi sigaya çekmiyorsunuz kendinizi? Hiç mi murakabe ve muhasebe yapmıyorsunuz? Görüyorum ki yapmıyorsunuz. Acaba dışarıdan bakanlar bizi nasıl görüyorlar diye de mi merak edip kendinize çekidüzen verme gereği duymuyorsunuz? Ben laf salatası istemiyorum, eyleminle göstereceksin bana inancını, eyleminle. Dilinde ki sözün hiçbir anlamı yoktur benim için, o söz eyleme dönüşmemişse. Eylemde olmayan inancı napayım lan ben? İnanıyorum de ama haram ye, ne analdım lan ben bu inançtan? İnanıyorum de ama iftira at, nasıl bir inanç lan bu? Her türlü ahlaksızlığı yap sonra da çık insanız be kardeşim işte, nefsimiz var de. İnsanlığına tüküreyim lan senin ahmak. Nefsinde boğul lan. İnsanım diyorsan insan olacaksın lan insan, insan gibi yaşayacaksın. Ben de insanım, o zaman her türlü kötülüğü yapayım, insanım deyip temize çıkayım. İnsanlığa mugayir yaşayıpta insanım diyemezsin. Her türlü pisliğe bulanıpta temiz olduğunu iddia edemezsin. ‘’Emrolunduğunuz gibi dosdoğru olunuz. Ey iman edenler iman ediniz. İman ettik demekle kurtulacağınızı mı sandınız? Sadece zalimlere dokunmayacak ateşten sakının.’’ Ulan inanıyorum dediğin din söylüyor bunları. Eğer lafta kalacaksa, uyulmayacaksa, nazar-ı dikkate alınmayacaksa, eyleme yansımayacaksa ne anlamı var lan bu ayetlerin? Gerçekten bu ayetleri tertil, tedebbür, taakkul, tezekkür ile okuyup, üzerlerinde derin düşüncelere daldınız mı hiç, ne denilmek isteniyor acaba diye? Yapmadıysanız nasıl Müslümansız siz lan? İman ediyorsunuz ya, muhakkak bunu yapmışsınızdır değil mi? Yapmadınız mı yoksa? Yoksa dininizden de mi haberiniz yok? Bitevi dininden bahset dur, dininin adını tekrar edip dur, ne işe yarayacak bu, eğer dinin eyleminde yoksa? Kusura bakmayın, en baştan söyleyeyim, çok acımasız konuşacağım, yanlış anlamayın hakaret edeceğim anlamında söylemiyorum, münhasıran doğal gözlemlerim üzerine acımasızca sorular soracağım, sorgulamalar yapacağım, uyarılarda bulunacağım, tenkit edeceğim. Çözüm önerin nedir diyorsanız, iyi okursanız söylediklerimi, ihsas edersiniz neymiş çözüm. Bu benim görevim, görevim kardeşim ve ben görevimi yaparım. Eğer Müslümansanız ve Kur’an’a inanıyorsanız, inandığınızı söylediğiniz Kur’an’ı hakem kılıp söylediğim her cümleyi müzakere edebiliriz. İnanıyorsunuz ya, müzakere etmekten mi korkacaksınız? Hem niye korkacaz ki Kur’an’a göre kendimizi sorgulayıp, yargılamaktan? Öyle ya Müslüman değil miyiz ve ölmeden önce kendimizi hesaba çekmeli değil miyiz? Korkuyor musunuz yoksa inanıyoruz dediğiniz kitabı yaşamlarınızla aranızda hakem kılmaktan? Sahi inanmıyorsunuz da inanıyor gibi mi görünüyorsunuz ve neden? Dünyaya ulaşmanın başka yolu mu yok yoksa? Bakınız laf olsun diye söylemiyorum, çok büyük bir cesaret örneğidir bu. Kur’an kimi yalanlarsa, yalanlanan taraf en büyük hain olarak tatbik edilecek cezaya tahammül etmelidir. Tek bir cümlem de haksız çıkarsam, namussuzluk ettiğim, yalan söylediğim, alçakça hareket ettiğim gibi bir durum tezahür ederse, tek bir cümlem yalanlanır ve olumsuzlanırsa her türlü hakareti yutmaya söz veriyorum, hain olduğumu ve boynuma urgan geçirilmesini kendi isteğimle kabul ediyorum. Bakınız bu yazı telin etmek niyetiyle kaleme alınmamıştır, acımasızca sorgulamak ve şiddetle uyarmak için kaleme alınmıştır. Bu bendenizin en tabii hakkımdır. Çünkü ihmalimin acı meyvelerini yemek istemiyorum. Binaenaleyh, ben konuşacağım, dinlemek isterseniz siz de dinleyeceksiniz, ama vuracaksanız mutlaka dinleyeceksiniz, dinlemeden vurmak ne doğruluktur ne de dürüstlük ve ne de adildir, bilakis şedit zalimliktir. Dinlemeden vurmak yanlıştır, dinlemeden, anlamadan vurulmaz kardeşim. Dürüstsen, doğruysan, namusluysan önce hissedeceksin, sonra anlayacaksın, ondan sonra yargılayacak ve vuracaksın. Benden kahvehane muhabbeti beklemeyin, benden tutarsızlıkları tolere etmemi beklemeyin, benden yalan söylememi beklemeyin. Ben yalan söylemem, aldatmam ama aldatılmam da. Beni asla ve kata aldatamazsınız. Çünkü aklın ışığıyla yürürüm hayat yolunda ve aklın ışığında dinlerim her sözü. Bin düşünürüm, bir konuşurum.  Ki, hayatım boyunca da hakikatten yana oldum, hiçbir kimseyi aldatmadım, kimseye ihanet etmedim ve beni aldatanlara hep şu sözü söyledim; Nietzsche diyor ki; ‘’bana yalan söylediğine üzülmedim, bir daha sana inanamayacağıma üzüldüm.’’ Bu yüzden bana yalan söyleyenlere de bir daha hiç inanmadım, badema da inanmayacağım. Bu sebeple kimse bana yalan söyleyemez, söylememeli, beni aldatmamalı, kandırmamalı, böylesi bir şeye tevessül dahi etmemeli, çünkü bedeli çok ağır olur. Zaten Müslüman olan yalan da söylemez, aldatmaz da. Söyler ve aldatır mı yoksa? Zira son nefesime dek bir daha bana hiçbir şey söyleyemez, söylemek için yanıma yaklaşamaz, bana yalan söyleyen ve beni aldatmaya yeltenen. Yaaa her şeyden öte bir davam var diyorsanız, dava dediğin şeyin ilkesi, yasası, tutarlılığı olur ilk evvelde. Peygambere neler teklif etmediler ki, sattı mı davasını? Çünkü O’nun davası vardı ve O, davasına inanıyordu, inandığı davasını da yaşıyordu yani zevahirde davam var deyip, batında davası yokmuş gibi yaşamıyordu. Şöyle de, böyle de, ama da, fakatta demiyordu, yapması gerekeni yapıyordu, yapmayıpta bahanelere sığınmıyordu. Davasını yanlış tatbik edip, dünyalık bahaneler üretmiyordu. Çünkü yanlış yaşayıpta, yanlışlarını bahanelere sığınarak tolere ettirmeye tevessül etmek riyakârlıktı ve menfaatperestlikti. Ki, Aliya İzzetbegoviç ne diyordu? ‘’İyi bir insan olmadan iyi Müslüman olunamaz’’ diyordu değil mi? Keza yine demiyor muydu; ‘’savaş düşmana benzeyince kaybedilir, ölünce değil’’ diye? Peygamber dünyaya egemen olayım ondan sonra hakikat yoluna gireyim, hakikatli yaşayayım demedi, söylediği gibi yaşadı, yaşadığı gibi de söyledi ve yolundan sapmadı. Tamam, peygamber değiliz ama O’nun mirasçılarıyız, çendan O’nu örnek alabiliriz. Lütfen söyleyin, hayatlarınızla mezkûr sözler arasında bir tenasüp var mı Allah aşkına? ‘’O kadar cahilsiniz ki, bir dininiz var diye ahlaka ihtiyaç duymuyorsunuz’’ diyordu değil mi Nikola Tesla? İşte buna benziyor her şeyimiz. Hakikat işte böyledir, yumruk gibi iner ve kalkamaz kimse o yumruğun altından. Benden cerbeze beklemeyin, benden ikircikli lafazanlıklar beklemeyin. Ömrü boyunca hakikate ram olmuş ve perestiş etmiş bir insandan ancak dosdoğru olmayı bekleyebilirisiniz. Çünkü bendeniz dosdoğru olmak zorundayım, insansam dosdoğru olmak zorundayım. Mesela; yanlış yapıldığında; ne olacak insanlık halidir demem ya da neye göre böyle der, neye göre böyle demem muayyen kıstasları vardır bunun. Keza yanlış yapıldığında; yanlışı yapan bendendir böyle olabilir, yanlış yapabilir deyip geçmem, tenkit ederim, şiddetle uyarırım.  Uyarılarım dinlenilmediğinde hadi eyvallah der çeker giderim, normaldir olabilir deyip tolere etmem ve durduğum yerde durmam, ilkelerimi beklentilerime feda etmem, insanlığı acılardan acılara sürgün kılacak yanlışlara yol vermem, bilakis doğruluğa ve dürüstlüğe ve dahi adalete ihanet etmiş olurum. Bunu yapamam kardeşim, ölürüm yine de yapmam, yapamam. Bendenizin şahıslarla işim yoktur, eylemlere bakarım ve eylemleri değerlendiririm, nihayetinde ya eylemleri tolere eder ya da reddederim. Mesela; bir meslek gurubuna yapılan yanlışı asla ve kata tolere etmem, edemem, zira aklım, vicdanım engel olur bana, bitevi uyarırlar beni. Çünkü mutlak ve muhakkak şekilde adaletsiz olan bir şeyi tensip ve tasvip edemem. Edersem ruhuma ihanet etmiş olurum. Ettiğimi ve edeceğimi sanırsanız feci aldanırsınız. Adalete iman etmişsen zaten böylesi bir şeyi yapamazsın. Vallahi de, billahi de, tallahi de yapamazsın. Mesela, dilinden Allah’ı ve adaleti düşürmüyorsan, asla yapılmayacak ve yapmamayı becerebileceğin bir durumda da adaletsizlik yapamazsın, yapıyorsan tükürür geçerim. Ya da benim cebimdekini alıp başkasının cebine koyamazsın. Koyamazsın ya, koyamazsın, yapamazsın bunu. Yapıyorsan dinin cevaz verdiğini ispat etmelisin önce. Din cevaz vermiyorsa da, dine rağmen yapamazsın, eğer dine inanıyorsan. Bilakis ya da din budur ya da sen dindar değilsindir. Ya da bile isteye yanlış yapıpta benden onay bekleyemezsin. Allah’ın onay vermediğine kendi ürettiğin yasalar onay veriyorsa bu bendenizi ırgalamaz, bendeniz tüm insanlığı ihata eden yasalara bakarım ve senin yaptığını reddederim. Bilakis senin inancın falan yoktur o vakit, adalet ise maskendir. Yapamazsın ya yapamazsın. Göz göre göre hem Allah deyip, adaleti yüceltip hem de adaletsizlik yapamazsın. İşte bu yüzden hiçbir zaman lafa bakmam, her zaman eyleme bakarım. Yani ahmakça, aptalca hareket etmem, bilincimdir ve ilkelerimdir eylemlerime yön veren. Geçelim! Bu yazımdan sonra bendenizi adaleti gözetmeden, doğruluğu ve dürüstlüğü sarf-ı nazar eyleyerek, vicdanı baskılayarak acımasızca yargılamak isteyebilirsiniz. Bendenizi varlık dünyasında tecessüm ettiren ve varoluşuma katkıda bulunan tüm insanlık haklarıma tasallut etmek isteyebilirsiniz. Böyle olsun istemem, böyle olsun da istemez vicdanlarınız, ama nefsinize göre böyle olacak derseniz de yapacaklarınız muvacehesinde naçarım ve güçsüzüm, eyvallah yapabilirsiniz. Velâkin inancınız kavi ise, inandığınızı iddia ettiğiniz Allah’a gerçekten inanıyorsanız, ümmetiyiz dediğiniz Hz. Muhammed’e gerçekten sevgi besliyorsanız, kitabınız olduğunu söylediğiniz ve her bir ayetini nas olarak tolere ettiğiniz Kur’an’a gerçekten sadıksanız ve tüm bu inançlarınız benliğinize sinmiş ise yapmazsınız, yapamazsınız zaten ama ille de yapmak isterseniz de yapacak bir şeyim olmaz. Zira naçarım, güçsüzüm, yalnızım. Niye böyle söylüyorum; yapmayacağınız ve yapmamanız istenen çok şeyi umarsızca yaptığınız için. Öyle şeyler yaptınız ki, sanki artık her şeyi yapabileceğinizi düşünüyorum maalesef. Çünkü güçlü olan sizlersiniz. Fakat şu da bilinsin isterim; böylesi bir şey de, benim nezdimde kâfirlik ve insanlık tefrikine sebep olan bir şeydir, benim için keskin bir ayrım noktasıdır burası, herkes için değildir belki ama benim için böyledir, badema da böyle olacaktır. Benim zerre miskal suçum ve günahım yoksa ve bana haksızlık yapılıyorsa bile isteye, o haksızlığı yapan benim nezdimde kâfirdir kardeşim ve ilelebet kâfir olarak damgalanacaktır. Kusura bakmayın, insan olan ve dosdoğru olan böyle yapmaz kardeşim. Katılınsa da, katılınmasa da böyle düşünüyorum. Bendeniz fikirlerle yaşayan bir insanım ve her şeyi fikre vurur, fikirle ölçer, biçer, tartarım. Fikir temelinde bir düşünceye iltihak ederim, fikir temelinde bir düşünceden koparım. Kimliğe, milliyete, dine göre hareket etmem. Bana ne senin dininden, milliyetinden, bana eylemin lazımdır eylemin. Bana insanlığın lazımdır. İnsanlığın yoksa, dinini, milliyetini, mezhebini, cemaatini napayım ben? Sözünde başka, eyleminde başka isen, dinini, milliyetini, cemaatini, mezhebini napayım, aynı dinden ve milletiniz diye sana inanacak mıyım yani? Geri zekâlı mıyım ben, aptal mıyım? Bitevi konuş ama eylemden uzak kal hatta söylediklerinin tam zıttını yap, böyleyse bana ne lan senin dininden, milliyetinden, mezhebinden? Söz ve eylem bütünlüğüne çok dikkat ederim, dostluğum da, düşmanlığım da fikirler temelinde gerçekleşir. Ama hayatımda düşmanlığa da hiçbir zaman yer olmamıştır, tek bir kapı da açılmamıştır. Çünkü düşmanlık, iki tarafı da tedricen yok eden, azaltan, tüketen bir şeydir, hayatı daraltan, kısırlaştıran ve rengi, zenginliği öldüren bir şeydir. Bu yüzden düşmanlığa hayatımın tüm boyutlarıyla kapalıyımdır. Hayatla ilgili seçimlerim de fikre endekslidir, rastgele seçim yapmam. Çünkü seçim kaderdir ve ben kaderimi çizerken sonsuz teennili olurum. Ve bu hayatta en zor şey seçim yapmaktır; gerçek ve yalan arasında, doğru ve yanlış arasında. Geçelim! Nasıl başlayacağım, ne diyeceğim gerçekten bilemiyorum. Çok derin bir acı ve tarifsiz bir hüzünle yazıyorum yazdıklarımı. Hissedebilir misiniz? Gözlerim nemleniyor, yüreğim burkuluyor, bağrımda bir gariplik var. Vallahi ciğerlerim sızlıyor, beynim zonkluyor, gövdem sarsılıyor. Zerre umurumda değil ama gerçekten hissetmeye çalışıyor musunuz? Dehşetli bir bunalımdayım, beynim ve kalbim nasıl yorgun anlatamam, adeta kusuyor gibiyim bu hayatı, yüreğim nasıl titriyor bilemezsiniz. Hissederseniz ancak bilebilirsiniz. Hissetmek iktiza ediyor kardeşim, hissetmek. Hissetmediğin bir şeyi anlayamazsın. Sanki içimde bir kuş çırpınıp duruyor, can çekişiyor ve ölmek üzere hatta öldü ölüyor. Böyle bir dünyada ne kadar duyulurum, anlaşılırım bilemiyorum. İlla da duyulayım, anlaşılayım diye bir derdim de yok ha, beni duyun ve anlayın diye çırpınmıyorum yani, bu kendini önemsemek olur ki, böyle bir basitliğe tevessül edecek karakterde de değilim. Ki, anlasanız nolur, anlamasanız nolur, zerre umurumda değil. Zira menfaat ilişkisi ekseninde hareket etmiyorum ve yazmıyorum. Hayatımın hiçbir döneminde de bu minvalde hareket etmedim, çünkü fikir temelinde yaşanan bir hayata ihanet olurdu böylesi bir tevessül hatta müptezellik olurdu. Bendeniz, bana tevdi edilen ödevimi ifa ediyorum münhasıran. Sizin böyle bir ödeviniz olmadığı için elbette anlamayacaksınız hatta anlamak derdinde de olmayacaksınız. Zaten kuvvetle muhtemeldir ki umarsızca, duyarsızca bakılacaktır ve gülünüp geçilecektir, ne saçmalıyorsun lan ahmak denilecektir belki de, çünkü hissedilmeyecektir, hissedilmeyince de anlaşılmayacaktır, anlaşılmayınca da direkt olarak damga vurulup geçilecektir. Zira bu daha kolay gelecektir. Çünkü bizim seciyemiz böyledir maalesef, uğraşmaktansa, müzakere etmektense, damgayı vurur geçeriz ve tezciye yolunu seçeriz. Bugüne kadar hep kolay yaşamadınız mı zaten? Oysa böylesi bir duruma ben olsam çok üzülürdüm, içim acırdı, derin düşüncelere sevk ederdi beni böylesi bir olay, tabi derdi olmak, dertlenmektir asıl mesele burada. Ama böylesi bir derdinizin hiçbir zaman olmadığını biliyorum, olsaydı mutlaka ama mutlaka hissederdim. Vallahi, billahi, tallahi hissederdim. Böylesi saçma sapan, absürt ve anlamsız bir dünyada da öylesi yüce bir tavır zaten kabil olmazdı. Dinini anlamayan beni nasıl anlayacaktı ki? Zaten din anlaşılsaydı, anlaşılmayan hayatlar yaşanmazdı. Vallahi dininizi anlamadınız, bilmediniz ki anlasanız, hissetmediniz ki bileseniz, anlasanız. Belki de inanılan bir din yoktu, münhasıran dünya nimetlerine ulaşmak için inanılıyor gibi yapılıyordu. Yahut din böyle bir şeydi de bizim haberimiz yoktu nereden bilecez, öyle ya sadece siz bilirdiniz. Çünkü din insanlığa direkt ve kuvvetli tesirde bulunan bir olguydu ve dinle yaklaşıldığında kendisine dinle yaklaşılan kişi doğrudan tesir altında kalırdı. Kendilerine biat etmeyenleri düşman belleyenler dinlerini nasıl anlamış olabilirlerdi ki? Zira dünyevi bağlamda bakılacaktır mezkûr duruma, gidersen hainsindir, kalırsan dostsundur bu bağlamda ki bakışa göre, işte bu yüzden söylediğim gibi algılama olacaktır. Ve tam da burada vardır işte bahsettiğimiz menfaat ilişkisi. Ki, kalsan bile dost olamazsın ya, neyse. Muhammedi Müslümanlar olamadınız ki, yaşadığınız hayatta Muhammedi izler bulunsun. Olmaz ya, olmaz, gerçekten olmaz bu, olamaz. Ki, Muhammedi yaşam nasıldır artık onu bile bilemez durumdayım, acaba yaşadığınız yaşam mıdır yoksa hiç bilinmeyen, karanlığa gömülmüş, tarihin derinliklerinde kaybolmuş, açığa çıkartılması sizler için tehlikeli bir yaşam mıdır yahut gerçekten yoktur da, başından beri varmış gibi mi yansıtılmıştır muayyen emeller için? Ama sizlerin yaşadığınız yaşam olmadığı kesindir. Vallahi, billahi, tallahi değildir. Değildir ya, çünkü böylesi bir yaşam Muhammedi bir yaşam olamaz. Peygamber böyle yaşamadı, böyle yapmadı, böyle konuşmadı. Hep kalıplara göre yaşadığınız için, yaşamlarınızın her noktasında da kalıpçı bir bakışınız oldu maalesef. Eğer sizin yaşadığınız dinse, o vakit Allah’ın gönderdiği nedir? İnanan biri için otorite devlet midir yoksa Allah mıdır? Buyurun cevap verin cesaretiniz varsa, aklınız kifayet ediyorsa, yüreğiniz yetiyorsa. Ama sizler maalesef devleti Allah gibi algılayıp, anladınız her daim ve insanı devlete feda ettiniz. Devleti tazim ve tebcil eyleyip, insanı karınca misali onun yumruğunun altına ezdirdiniz. Oysa insan yaşarsa devlet yaşardı, insan varsa devlet vardı ama anlayamadınız. Elbette anlamak için zekâ önkoşuldu ama o önkoşulu taşıyor muydunuz? İnanıyorsanız bu nasıl kabil olabilirdi? Tamam devlete ihanet edin demiyorum ama devlet Allah değildir ve yanlış yapabilir, bunu anlayın diyorum ama anladınız mı, anlıyor musunuz? Ya da söyleyin lütfen, hadi buyurun söyleyin, inanıyoruz dediğiniz Allah, ümmetiyiz dediğiniz Hz. Muhammed, uyduğunuzu söylediğiniz Kur’an aşkına; bir insanın birkaç maaş alması haram mıdır, helal midir, inanan birisi bunu hangi yasaya göre almaktadır? Yaaa çöplükten ekmek toplayan kadınların olduğu bir dünyada, açlıktan ölenlerin olduğu bir dünyada nasıl olabilir de bir insan beş insanın hakkı olanı alabilir? Ya buna Allah nasıl bakar ve ne der, hiç düşündünüz mü bu boyuttan bu durumu?  Bitevi dünya peşinde koşturup durdunuz, yorulmadan, bıkmadan, usanmadan ve dünya uğruna harcamadığınız hiçbir şey kalmadı. Vallahi kalmadı ya, yazık ya, yazık. Maalesef üzülerek ifade ediyorum bunları, zira çok müşahede ettim, temaşa eyledim acaba yanılıyor muyum diye ama hayır yanılmıyordum, gördüğüm resim gerçekti ve böylesi hazin bir manzara muvacehesinde yıkılışım sanki bir imparatorluğun yıkılışından daha sarsıcıydı. Gördüğüm resmî çiziyorum, olmayan, görmediğim, hayali bir kurgu üretmiyorum. Eğer öyle yapıyorsam da itiraz edebilir, söylediklerimi cerh edebilir ve ıskat edebilirisiniz bendenizi, zerre gocunmam, vallahi gocunmam, eyvallah der boyun eğerim. Hakikat muvacehesinde boyun her daim eğik olmuştur. Hatta yüzüme tükürebilirsiniz soysuzluk yapıyorsam. Ne acıdır ki, dininizi dünyaya sattınız. Dünyayı hep öncelediniz, dininizse tali kaldı bu hayat koşusunda. Hiçbir zaman dinin ilkelerine göre eylemlerde bulunmadınız, hep dünyayı öncelediniz ve hedeflediniz, dünya umuru uğruna birbirinizi bile perişan ettiniz. Birbirinize çektirmediğiniz acı kalmadı maalesef. İnandığı dini, gerçekte inandığı gibi, inandığı Allah’ın istediği gibi yaşayanlara ihanet ettiniz biliyor musunuz? Çünkü onlar, büyük çoğunluğunuzun yaptığı yanlışlar sonucunda insanlık onuruna seza yaşayamadılar hiçbir zaman. Filhakika hissedilmesi, anlaşılması, hüzünlenilmesi ve sancı çekilmesi gereken bir durum vardır ortada, ben söylediğim için değil, olgusal olarak böyle bir durum vardır ama orasını nasıl algılayıp anlayacaksınız işte mesele odur. Hayır, bunu böyle davranın diye söylemiyorum ki, böyle davranmak için engin bir ruha, tahkiki bir imana, kavi bir donanıma, derin bir düşünüşe ihtiyaç vardır. İnancın ruhunuzda ne kadar derin yer edindiğine merbuttur böylesi bir tavır. Gerçi hangi inanç, hangi iman? İnancını önemsemeyen, daveti ne önemseyecek, dalından kopup gideni niçin önemseyecek? Önemsenseydi, çok başka insanlar olurduk, inandığımızı söylediğimiz Allah’ın istediği gibi insanlar olurduk. Önemli olan dünyadır değil mi, yeter ki o bizde olsun, isterse dünya toptan sapıtsın bize ne değil mi? Yazık ya yazık. Her kayıp eksilmedir ve eksilme acıtır oysa. Ama bileni, anlayanı, hissedeni acıtır. Hissetmiyorsan umursamazsın, umursamazsan nasıl acıyacak ruhun? Bu bir öngörüdür ama bu öngörüde bulunduran kallavi sebepler vardır maatteessüf. Hiç önemli değil, tarihe not düşeyim istedim. İçim acıyor, yemin ediyorum içim acıyor. Arafta biri olarak yazıyorum artık. Ruhum nasıl acıyor tahmin bile edemezsiniz, zaten tahmin etmek isteseniz, istenilmeyen şekilde hareket etmezsiniz. Yazdıklarımdan dolayı, başta da belirttiğim gibi, düşman belleyip her türlü haksızlığı yapabilirsiniz, istemem ama yapmak isterseniz yapabilirsiniz, zaten çokta haksızlıkla karşı karşıya kaldım. Maalesef ağızlarından adaleti düşürmeyenlerin gadrine uğradım çok zaman. Çok hakkım yendi çok. Hatta çok haklar yendi maalesef. Bakalım hakkımı ve hakları yiyenler nasıl hesap verecekler. Gerçekten kul hakkıyla göçüp gitmekten korkmuyor muyuz? Gücüm olmadığı içinde elim kolum bağlı kaldı hep, hakkımın yenilmesi muvacehesinde. Hayır yani, ne diyeyim ki, ne dersem diyeyim, nasıl dersem diyeyim, yanlış anlaşılacağım ve düşman belleneceğim baştan bellidir. Oysa kâfir değilim, hain değilim, düşman değilim ama önemli olan sizin nasıl bilmek istediğinizdir değil mi yoksa gerçekler mi olacaktı önemli olan değil mi? Ki, farza öyle olsam ne çıkar, bana zulmetmeniz mi gerekir? Başkalarına duyulan kin, onlara zulmetmeyi mi iktiza eder, dininize göre? Sahi bu konuda Allah’ın indirdiği ayetten haberiniz var mı? Hadi be, haberiniz yok mu? Sahi siz Müslüman mısınız gerçekten? Ben namussuz değildim kardeşim, ben ihanet etmedim, ben hiçbir kimseye kötülükte etmedim, kötülük tohumları da ekmedim insanlık toprağına, bilakis her şey iyi olsun, güzel olsun, insanlık doğru olsun istedim, niye hakkım yendi, niye yendi ya? Bu sav bile maalesef durumu izah etmeye kifayet etmektedir, sizlerin nasıl bir ruh haliyle tavır belirleyeceğinizin somut ifadesidir. Böyle düşünüyorum, çünkü böyle bir tecrübe edindirdiniz lan bana. Zira sizlerin yanında tek bir an bile kendim olamadım, sizlerin yanlışlarınızı bile açıkça ifade edemedim. Oysa öyle yüce gönüllü insanlar olmalıydınız ki, her şeyi müsamaha ile karşılayabilmeliydiniz, hiçbir şeyi müzakere etmekten imtina etmemeliydiniz ama karşılayamadınız, imtina ettiniz ve işte bu tavır sizleri mahvetti. Dehşetli bir kibir dağı olup aşılamaz oldunuz. Her şeyin sahibi olduğunuzu sanarak hareket ettiniz. Emrolunduğunuz gibi dosdoğru olmanız buyrulmuştu lan size ama sizler emrolunmadığınız gibi yapyanlış oldunuz ya. İyilikten bahsettiniz ama hep kötülük ektiniz. Uyarıldınız duymadınız, uyarana düşman oldunuz. Eleştiriye hiçbir zaman tahammül edemediniz, sizlerin iyiliğini isteyenleri bile yanlış anladınız, ta ki dinden ayetlerle gelindi size ve siz böyle geleni bile düşmanlıkla, teröristlikle itham ettiniz, açıkça söylenen tüm düşünceleri kendinize düşmanlık ediliyormuş gibi algılayıp bastırmaya, boğmaya tevessül etiniz ve maalesef yanlışlarınızı bu yüzden hiçbir zaman görmediniz, göremediniz. Ya şu ayeti söylemenin neresi düşmancaydı; ‘’başınıza gelen tüm musibetler kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir?’’ Keza şu ayeti söylemenin neresi kötülük istemekti; ‘’başkalarına olan kininiz sizi onlara karşı adaletsiz kılmasın?’’ Yani bir ayeti bile hatırlatamayacak mıydık? Hayır ya ne ile uyarılmayı düşünüyordunuz da, düşündüğünüz gibi olmadı? Sizleri beşer yasalarıyla mı uyarmamı bekliyordunuz? Müslüman değil miydiniz siz? Öyleyse Müslümanca uyarmanın nesi, neresi kötü olabilirdi? Sizleri tenkit edenleri değil, övenleri dost bildiniz ama gün geldi övenler eliyle dövüldünüz velâkin kaderin garip bir cilvesidir ki düşman bildiklerinizce kaldırıldınız düştüğünüzde ama utanmadınız da. Gösterilen yanlışlarınızı görmediğiniz içinde bitevi aynı yanlışları tekrarladınız ve yanlışlar çoğaldıkça artık yanlış olan bizatihi kendiniz oldunuz ve bu sefer de varlığınız bile yanlışın kendisi oldu sanki. Kendinizi dinin sahibi ve koruyucusu olarak gördünüz, bu yüzden de her şeyi kendinize layık gördünüz, dinden çıkarmalara ve dine eklemelere yeltendiniz. Dinle her şeyi kotarmaya çalıştınız ama dinsiz diye insanları telin ettiniz. Dine mugayir yaşadınız ama dine mugayir yaşıyor diye insanları ayıpladınız, ötelediniz. Böyle bir şey nasıl kabil olabilirdi ya? Kendinizi adeta Allah konumunda gördünüz ve insanlara sanki sizlerin kullarıymışlar gibi davrandınız. Olmazdı, olamazdı ya, olmamalıydı. Münhasıran kendinizi cennetlik görüp, dışınızda kalan herkesi cehennemlikler olarak tavsif ettiniz. Cennetlik hangi eylemleri yapmıştınız da böyle düşünebiliyordunuz? Bu yüzden de herkese anladığınız dini anlatmaya ve anlattıklarınızı da metazori tolere ettirmeye tevessül etiniz. Yaşamadınız ama yaşatmak istediniz. İnanmadınız ama inansınlar istediniz. Lan önce yaşamalıydınız lan, siz yaşamalıydınız inandığınız dini. Dinim dediğin şeyi sen yaşamazsan başkası nasıl yaşayabilirdi lan? İnanmayana nasıl yaşa diyebilirisin lan, inandığını söylediğin dini kendin yaşamazsan? Sen inanmazsan, başkasını nasıl inanmaya zorlayabilirsin? Önce sen yaşayacaktın, sen inanacaktın, örnek olacaktın, doğru düzgün anlatacaktın ve en güzel dille anlatacaktın. İyi bir insan olmadan iyi bir Müslüman olunabileceğini sandınız ama aldandınız, yanıldınız. Din size güzel sözlerle bana davet edin dedi ama sizler güzel sözle davet nasıl yapılır hiçbir zaman bilemediniz. Daveti umursamadınız ki, güzel söz nedir nereden bilecektiniz. Bilmediniz ki, medeni insanlara galip gelmek icbar ile kabil olmazdı ancak ikna etmek iktiza ederdi, sizler icbarı tercih ettiniz, zoru tercih ettiniz, dinde zorlama olmadığını bildiğiniz halde, çünkü ikna edecek donanımdan mahrumdunuz. Filhakika dininizi bilmiyordunuz.  Allah bile peygamberine; ‘’Sen onlar üzerinde bir zorba değilsin, güzel sözle anlat, iman ettirecek olan Biziz’’ derken, sizler adeta zorbaca yaklaştınız ve dini metazori tolere ettirmeye tevessül ettiniz. Yanlış yapmayı başkalarına yakıştırmadınız ama kendinize hak gördünüz. Bir dininiz vardı ya, istediğiniz gibi yanlış yapabilirdiniz değil mi? Bir din varsa ahlaka gerek yoktu öyle değil mi? Münhasıran biat ettiniz, sormak nedir bilmediniz, sorgulamayı reddettiniz, üstünüzdekileri hep layüsel gördünüz, sorgulayanları her türlü yafta ile itham ettiniz. Akıldan, bilimden, vicdandan uzak kaldınız. Oysa insanı nasıl maddi ve manevi boyutuyla, ruhuyla ve bedeniyle halkeden inandığınız Allah idiyse, dünyayı da madde ve mana boyutuyla, din ve bilim yönüyle halkeden de inandığınızı söylediğiniz Allah’tı. Nasıl olurda bilimi reddedebilirdiniz? Üstelikte bilimi inandığınızı söylediğiniz Allah yarattığı halde ve bilim, inandığınızı söylediğiniz Allah’ın arzında gerçekleştiği halde. Düşünenlere hep mesafeli durdunuz, çünkü düşünceden ve düşünenden korktunuz. Biz düşünelim, geri kalan herkes bizim düşüncelerimizi yaşasınlar istediniz. Tüm cemaatleriniz böyle yapmadılar mı, bu yüzden de kendi kendilerini kendi dünyalarına hapsetmediler mi insanlara ulaşmaları gerekirken? Ama söylemlerine baktığınız da davaları iman davasıydı. Oysa yaşamından herkes kendisi mesuldü ve herkes tek başına hesaba çekilecekti. Dinsizler diye insanları ötelediniz ama dinsiz diye tavsif ettiklerinizde gördüğünüz yanlışların daha fecisini kendiniz yaptınız. Çünkü sizler dindardınız ve din sahibi olmakla tüm yanlışlardan münezzehtiniz ve yaptıklarınız yanlış sayılmazdı bu yüzden. Hâlbuki bilseydiniz ki birer tebliğciydiniz ve inandığınız dini tebliğ etmekle, en güzel dille anlatmakla ve dosdoğru yaşamakla yükümlüydünüz ama ne yazık ki bilemediniz. Gruplara bölündünüz ve bölünmenizle hakikati de paramparça ettiniz, her bir tarafınız tuttuğunuz yerden asıldınız ve hakikati öldürdünüz. Öldürdünüz lan hakikati, acımadan öldürdünüz. Din tekti, siz bin din icat ettiniz. İcat ettiğiniz her dine de müritler buldunuz. Sizin dininizle Allah’ın dini hep çatıştı maalesef ama bir türlü anlayamadınız bunu. Bin parçaya bölündünüz ve her bir parçanızla insanlığı da bin parçaya böldünüz ama her parçanız kendisinin tek hakikat olduğunu ve cennet ehlinin münhasıran kendilerinin olduğunu anlattı müntesiplerine. Her parçanız inandığı dinin ahlakını anlatacağına, kendilerinin kurguladıkları bir ahlakı empoze ettiler müntesiplerine. Böylece bir dine inandığınız halde ve bir ahlak sisteminiz olacağına bin ahlak sistemi ürettiniz, nihayetinde birbirinin ahlakını yanlışlayan guruplar oldunuz. Birbirinizi bitevi suçladınız. Biriniz diğerinizin müntesibini kendine çekmekle meşgul oldu hep. Hakikati de, ahlakı da, adaleti de öldürdünüz bünyenizde. Hakikatle birlikte aslında ölen kendinizdiniz ama asla bilemediniz, bilebilecek donanımdan yoksundunuz, çünkü tüm mevcudiyetinizle dünyaya ayarlıydınız. Dininizi dünyaya sattınız maalesef, üç kuruşa değiştiniz, münhasıran taciri oldunuz dinin. Hakikatle birlikte insanlığı da öldürdünüz ve gömdünüz. Acılıyım, hüzünlüyüm desem yalan söylemiş olmam. Niye böyleyim izah edeyim; sizlerden yana umut taşımıştım, belki gerçekten başarırlar demiştim, belki de kendilerine fırsat verilmediği içindir tökezlemeleri demiştim. Bir davanız olduğunu sanmıştım, inanmıştım lan size, inanmıştım. Evet, çok acılar çektiğinizi asla inkâr edemem ama aynı zamanda çektiğiniz acılardan hiçbir ders almadığınız gerçeğini de yok sayamam. Buna rağmen yaptıklarınıza acılarınızı bahane edemezsiniz, ki, acı çekmeyen kim var bu toplumda, sizin çektiğinizin milyon mislini çeken insanlar var, zira inancınız buna müsaade etmez ama demek ki inanışınıza göre müsaadeniz varmış ama bilememişiz. Ulan yağlı urganlarla darağacına gönderildiler bu memleketin çocukları darağacına, ister haklı ister haksız ne fark eder, katılırsınız katılmazsınız ne değişir, doğru ya da yanlış ne ifade eder? Acı çeken siz değilsiniz yani yalnızca, sizlerin çektiklerinizin bin mislini çektiler niceleri. Tarihi bir fırsat ele geçirdiniz, kendinizi ispat etmek için ama o fırsatı öyle bir teptiniz ki, tüm kelimeler kifayetsiz kalır bunu izah etmekte. Öyle mümessiller olmalıydınız ki, tüm dünya hayranlıkla sizi izlemeliydi. Adalet can bulmalıydı gövdelerinizde, ahlakın kokusu tüm insanlığı sarmalıydı eylemlerinizle. Velâkin hayır ne adil olabildiniz ne de ahlakı taşıyabildiniz. Öyle ya, bir dininiz vardı ya, ahlaka ne gerek vardı değil mi? İnsanlığı ya kardeş ya da insanlıkta eşitleriniz olarak görmeliydiniz ama ne kardeş görebildiniz ne de eşit sayabildiniz. Kendinizi hep daha üstün, daha layık, daha eşit olarak gördünüz. Çünkü tek inanan kendinizdiniz ya, öyleyse her şeye layık olan sizlerdiniz sadece. Ebu Müslim Horasani’nin sözü tanıklık etmeliydi hayatınıza oysa: “Müslüman öyle davranmalı ki; herkeste; insan görmek isteyen Müslümanlara baksın! Sözü işitilsin.” İşitildi mi, yoksa işitilmeden kaybolup gitti mi, buna kararı vicdanlarınız verecek hatta durun kararı mı verdim bile; kesinlikle işitilmedi. İşitilmedi ya, vallahi işitilmedi. Doğru olmak zorundasınız ve yanlışlarınızla yüzleşmek zorundasınız. Bir kez de olsa aynaya bakmak zorundasınız. Gerçeği görmezlikten gelmek gerçeği yok etmez ama sizi gerçekten uzaklaştırır ve bir de bakmışsınız gerçek size düşman olmuş. Çoğunluk olduğunuz için yaptığınız her şeyin çoğunluk nezdinde kabul görmesi, yaptıklarınızın doğru olması anlamına gelemezdi ama siz öyle olsun istediniz ve istediğiniz için de öyle olacak sandınız ama sandığınız gibi değildi ve olamazdı, yanıldınız. Bilakis sizleri daha büyük yanlışlar yapmaya sevk etti böylesi bir bakış açısı. Bu yüzden mezkûr söz sizler üzerinde gerçekliğe bürünemedi maalesef. Bunu inkâr ederseniz yanlışlarınıza devam edersiniz, tolere ederseniz yanlışlarınızı görür, bilir ve düzeltme yoluna gidersiniz. Bu da sizin bileceğiniz şeydir. Mevdudi ne demişti: “İnançlarınız hakkında ne söylerseniz söyleyin, gerçeği meydana getiren uygulamalarınızdır. Sadece konuşmak hiç bir anlam taşımaz.’’ Ki, kaçınız Mevdudi’yi bilir ki, bilirdi ki de, söylediğine mütenasip davranacaktınız? Maalesef inandığınız dini hiçbir zaman bilmediniz, bilmekte istemediniz, dininizi anlatanları da hiçbir zaman dinlemediniz, bilmediniz ki dinleseniz, dinler gibi yapsanız da asla anlamadınız. Aslında dine davet edilmeleri gereken sizlerdiniz ama sizler ne davet ettiniz ne de davet edilmeyi tolere edebilirdiniz. Ki, zaten Allah davet etmiyor muydu sizi dine? ‘’Ey iman edenler iman ediniz’’ ne demekti? Anlamazsanız eyleyemezsiniz tabi. Çünkü sizler baştan cennetliktiniz, cennetlikler olarak doğmuştunuz, öyle ya sizler layüsel insanlardınız ve doğuştan dindardınız, bu yüzden dinin uygulamasından muaftınız değil mi? Dinimiz var diye hiçbir zaman ahlaka yüzünüzü dönmediniz, daima sırtınızı çevirdiniz. Çünkü ahlaklı olmak dünyayı kaybetmek demekti, öyleyse ahlaksız yaşanabilirdi ama dünyasız yaşanamazdı, öyleyse dünyayı ahlaka tercih etmeliydiniz ve ettiniz de. Akıllara durgunluk verecek derece de mülk sahibi oldunuz ya akıllara durgunluk verecek düzeyde bir ahlaka sahip misiniz? Söyleyeyim mi ahlakla mütenasip olmayan eylemlerinizi? Gerçekten cesaretiniz var mı duymaya ya da duyunca adil davranabilecek iradeye malik misiniz? Bu yüzden yaşadıklarınızı din saydınız ve din saydığınız yaşamlarınızı başkalarına dikte ettiniz, kabul edilmeyince de herkesi düşman bildiniz, dinsizlikle yaftaladınız. Münhasıran konuştunuz, konuştunuz, konuştunuz, konuşmaktan başka hiçbir şey yapmadınız. Hiçbir zaman eylemlerinizle örnek olabilecek çapta olamadınız. Haddizatında sizler dininize ihanet ettiniz. Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun karşısında durmalıydınız ama durmadınız, düşene bir tekmede siz vurdunuz ve tarih yolunda öyle bir durdunuz ki artık kımıldatabilene aşk olsun denir ancak. Hiçbir zaman haksızlık karşısında başkaldırmadınız, bilakis dilsiz kaldınız, lal oldunuz. İnsanların özgür ruhlu, hür düşünceli, bağımsız karakterli insanlar olmalarını istemediniz asla. Namusluya, çalışana, okuyana değer veren dinin müntesipleri olarak böylesi insanlara değer vermesi gereken insanlar olmalıydınız ama olmadınız. Ne söylediyseniz tersini yaptınız. Yapın dediğiniz şeyleri yapanları bile düşman bildiniz. Kuzu gibi büyütüp koyun gibi gütmek istediniz sadece. Ama güdülen insanlar da hayata bir şey katamazlardı ve katamadılar da. Hayata bir şeyler katanların arkalarından onların bıraktıkları izleri takip etmekle iktifa ederlerdi ve aynen de öyle oldu. Bilakis kattığınız bir şey varsa gösterebilirsiniz. Öyle bir servet teraküm ettiniz ki, öyle bir mülk sahibi oldunuz ki, bundan sonra artık hiçbir şey yapamayacaksınız, çünkü teraküm ettiklerinizi, sahip olduğunuz mülkleri korumak derdinde olacaksınız her daim. İnsanların yoksul kalmalarına aldırmadan zengin oldunuz, akıllara durgunluk verecek kadar zenginleştiniz, zenginleştirdiniz. İnsanlar yoksul kalsınlar, servet bizde olsun, biz onlara veririz, onlarda bize bağlı kalır diye düşündünüz galiba. Ama yanıldınız. Göreceğiz ki, akıllara durgunluk verecek şekilde zenginleşenler ve zenginleştirilenler, servetlerini korumak derdine düşecekler ve asla hakikat yolunda yürümeyecekler bundan böyle, gaflet, dalalet ve ihanet içinde bir yaşam yaşayacaklar. Zaten yaşamadıkları davalarını hepten unutacaklar hatta ellerindekini kaybetmemek için ihanet edecekler. Ve buna da dini kılıf yapacaksınız bitevi ve bu şekilde yine insanlığı aldatmaya yelteneceksiniz. Birgün geldi öyle bir şey oldu ki insanlara hüsranı yaşattınız, öyle bir darbe vurdunuz ki insanlığa, sanki başkalarına vurmuşsunuz gibi gösterdiniz ama darbe vurduklarınızın kahir ekseriyeti sizlerden olanlardı, fakat sizlerin gariplerle hiçbir iltisakınız olmadığı için olan şeyi kavramakta aciz kaldınız hatta hicap duymadan gariplerin çok ağır darbe yediğini bile söylediniz, darbeyi kimin vurduğunu unutarak. Nasıl yapılabildi bu, kim cesaret edebildi buna? Hiç umursamadınız hatta tolere ettiniz bunu. Ve tarihe maalesef unutulmayacak bir gece bıraktınız ve nasıl unutulacak o gece? Ki, hayırla hatırlanacak ne bıraktınız söyleyebilir misiniz? İstediğiniz gibi yorumlamaya çalışın ama gerçek ölmez ve orada öylece durur ve yalanları daima öldürür. İnsanlar yoksullaştıkça kendinize bağlı kalacaklarını düşündünüz ama yanıldınız. Her yaptığınızda yanıldığınız gibi. İnandığınızı iddia ettiğiniz Allah’ı bile çok büyük günahlarınıza ortak ettiniz, sanki işlediğiniz tüm günahları O işletiyormuş gibi sundunuz ve dininden bihaber cahil insanları böylece kolayca aldatabileceğinizi sandınız ve maalesef yanıldınız. Evet dini bilmeyenleri aldatabilirdiniz ama dini bilenler ise aldanacak kadar akılsız değildiler ve siz de bunu bilecek kadar akıllı değildiniz. Zaten akla ne zaman önem verdiniz ki? Akla önem atfetseydiniz, böyle olur muydunuz ki? İnandığınızı söylediğiniz Allah, ‘’aklını kullanmayanların üzerine pislik yağdırırız’’ dediği halde yine de aklı önemsemediniz. Umarım hissedersiniz, anlarsınız, bundan sonra olmanız gerektiği gibi olursunuz. Emrolunduğunuz gibi dosdoğru olursunuz. İmanınızı tazelersiniz ve söz eylem bütünlüğüne erişebilirsiniz. En azından sonraki nesillere bir şeyler bırakabilmek ve onların dosdoğru bir yaşam sürebilmeleri adına. Onların, başları dik, gururla yaşayabilmeleri adına bir işaret olsun için tarihe not düşmek istedim. Okumak isteyen okusun ki, yapmaya meyilli olduğu yanlışlardan dönsün ve insanca bir çizgide yaşamaya gayret etsin. Sizlerden umudum yok ama umarım sizden sonraki nesiller için uyarıcı ve yol gösterici bir işaret olur yazdıklarım. Görevimi yaptım, bu yüzden rahatım, huzurluyum. Bilakis, ne yapabileceğiniz bir tarihiniz olur ne de verebileceğiniz bir şey insanlığa. Söyleyecek sözünüz de olmaz, bırakacak iziniz de! Allah ıslah etsin!

 

Son söz, Yahya Bin Muaz’dan gelsin;

 

“Ey İnsanlar! Görüyorum ki; evleriniz Rum Kayseri’nin evlerine, lükse hayranlığınız Kisra’nın tutumuna, servet peşinde koşmanız Karun’un anlayışına, saltanatınız Firavun saltanatına, nefsleriniz Ebu Cehil nefsine, gururunuz Ebrehe’nin gururuna, yaşayışınız sefihlerin yaşayışına benziyor. Allah için söyleyin bana, Ümmet-i Muhammed’den olanlar nerede?”

 

En son söz;

 

‘’EMROLUNDUĞUNUZ GİBİ DOSDOĞRU OLUNUZ!’’


Tarih: 16.06.2022 Okunma: 417

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?