Sevgili dostlarım, yoldaşlarım, kardeşlerim, arkadaşlarım! Sizler, sonsuz gökyüzünün altında, doğanın sonsuzluğunda, kendi topraklarınızda, barış ve huzur içinde, kardeşçe ve hürce yaşayıp giderken; birlikte ürettiğinizi birlikte tüketirken; kendi ellerinizle ekip biçip ortak sofranızda ağız tadıyla yerken ve içerken; sevgi nefreti ve paylaşmak cimriliği öldürüp gömmüşken hatta nefret ve cimrilik gibi duygular da yokken; benliğinizde mündemiç olan yardımlaşma ve dayanışma duygusu bozulmamışken; hiçbir ağrınız sızınız yokken; dertlerinize kendiniz derman olurken; hepimiz birimiz, birimiz hepimiz içinken; düne aldırmaz, yarını düşünmez, anın tadını çıkarırken; çayırların çimenlerin üstünde, yıldızların altında soluksuz muhabbetler yaparken; ansızın karanlık adamlar geldiler. Arkalarından karanlıkları da geldi ve üzerinize çöküp kaldı, gitmek bilmedi. Buyur edilmedikleri sofraya hoyratça daldılar ve her şeyinizi yağmaladılar, çaldılar. Sizler apaydınlık bir hayat yaşıyordunuz, sonra tüm hayatınız sonsuz bir karanlığa büründü, o karanlıkta kuşatıldınız ve zincirlere vuruldunuz. Hastalık nedir bilmezdiniz, bu andan itibaren ağır ağır tüm bünyeniz hastalıklarla tanışmaya başladı. Doğal hayatınız bozulmaya ve yapaylıklar sizi kuşatmaya başladı. Siz, artık siz olmaktan çıkıp dönüşmeye, başkalaşmaya başladınız. Çünkü karanlık adamlar zihinlerinde sakladıkları ölümcül virüslerle gelmişlerdi. Doğal hayatınızı ve doğal varlığınızı o virüslerle yok edeceklerdi. Yaşamak sevincinizi zehirleyeceklerdi, zihinlerinde taşıdıkları virüslerle. Ve tüm neşeniz kayboldu. Topraklar sizindi, gökler sizindi, aralarında ki her şey sizindi. Sizin olmayan hiçbir şey yoktu ve siz, sizin olan hiçbir şeyi başkalarından almamıştınız, her şey size varoluşunuzun armağanıydı. Özgürce koşuyordunuz, eğleniyordunuz, gülüp oynuyordunuz, seviyor seviliyordunuz, ağlamanız bile mutluluktandı, yıldızlar sizindi, çayırlar çimenler sizindi, tüm tabiat hizmetkârınızdı. Size veriliyordu, aldıklarınızı en güzel haliyle yeniden geri veriyordunuz ve bu döngü böyle sürüp gidiyordu. Güneş sizin için doğuyor, ay size gülümsüyor, çiçekler sizin için açıyor, kuşlar sizin için uçuyordu. Ta ki hayvanlarla bile yoldaştınız. Sizin hiçbir şeyiniz yoktu, çünkü hiçbir şeye ihtiyacınız yoktu, zira her şey sizindi, siz hep birlikte her şeyin sahibiydiniz, birbirinizden ayrınız gayrınız yoktu. Sınırlarınız, sınıflarınız yoktu, sömürülmüyordunuz, ezilmiyordunuz, yoksulluk, yoksunluk nedir bilmiyordunuz. Çünkü henüz sizi bozacak, dönüştürecek, insanlığınızı çürütecek duygularla tanışmamıştınız, tanıştırılmamıştınız yani virüsler bünyenize zerk edilmemişti karanlık adamlarca. Çünkü böylesi şeyler sizlere yabancıydı, zaten böylesi şeyler yoktu. Tabiatın tüm zenginliği sizlere sunulmuştu. Hiçbir şeyiniz yoktu ama her şeyiniz vardı. Tüm dünya sizindi ve siz, sizin olan dünyada tek insanlıktınız. Koruyacağınız ve koruyacağınız için birbirinize düşman olup birbirinizi harcayacağınız hiçbir şeyiniz yoktu. Çıkar nedir bilmezdiniz, hırslara bürünmemiştiniz, nefreti tanımazdınız, sadece sevgi vardı sizin için. Menfaat diye bir şey duymamıştınız, ahlakınız, ilkeleriniz vardı. Devletiniz, dininiz, toprağınız, eviniz, mülkünüz yani hiçbir şeyiniz yoktu, vardı ama yoktu, tüm bu şeyler sizdiniz, devlette, dinde, toprakta, evde, mülkte sizdiniz, sizin içinizdeydi her şey ama insandınız. Kimse size din, devlet, vatan, millet, servet satamıyordu, çünkü kaybedecek bir şeyiniz yoktu, satın almanız gereken hiçbir şey yoktu. Zaten satın almaya başladığınız an satılmaya başladığınız an olacaktı. Ne zaman kaybedecek şeyleriniz oldu, işte o vakit satın alacağınız şeyler olduğunu sandınız ve satın almanız için size getirilen her şeyi satın almaya başladınız, satın aldıkça kaybettiniz aslında, çünkü satın almaya başladığınızda kendinizi satmaya başladınız. İçinizde taşıdığınız şeyleri nasıl kaybedecektiniz ki ve niçin birlerine ihtiyaç duyacaktınız ki kaybetmemek için? Hiçbirinizin bir diğerinize üstünlüğünüz yoktu, hepiniz eşittiniz. Zaten üstünlük nedir, farklılık nedir, sahiplik nedir bilmezdiniz de. Zihniniz, ruhunuz, gövdeniz tertemizdi. Bağımsız ve özgür yaşayıp gidiyordunuz doğanın sonsuz kucağında, zincirleriniz yoktu ve prangalarınız, böylece mutlu ve mesuttunuz, ortak çalışıyor, üretiyor, tüketiyordunuz. Bu karanlık adamlar bu durumdan hiçte hazzetmiyorlardı, çünkü onlar kendilerini sizlerden üstün görüyorlardı ve sizlerle eşit olmayı sindiremiyorlardı, bir de çalışmadan kazanmak istiyorlardı yani sizlere hükmetmek istiyorlardı ama bunun için bir şeylerin değişmesi gerekiyordu, sizin belli bir düzen içerisinde yaşamanızı istediler, kendilerine hizmetçi olmanızı arzuladılar, istedikleri gibi yaşarsanız daha güzel bir yaşamınız olacağını iddia ettiler. Sizlere büyük bir yalan söylediler. Oysa yaşamınız zaten güzeldi, daha başka bir güzellikte neydi ki? Daha ötesi ancak kirlenmek olurdu ve karanlıkta kirleteceklerdi sizi, sonra da kirli olduğunuzu ve yıkanmanız gerektiğini söyleyeceklerdi, yıkayıcılar da kendileri olacaklardı ama bunun içinde sizden istedikleri vardı ve istediklerini verirseniz yıkayacaklarını söyleyeceklerdi. Bunun için bir mekanizmaya gerek olduğunu ama bu mekanizmayı işletecek birilerinin olması gerektiğini söylediler. Yani bir mekanizma kurulmalıydı ama o mekanizmayı işletecek birilerinin de olması gerekiyordu. Zımnen bizler sizleri yönetecek olanlarız, sizlerin efendileriniziz diyorlardı. Sizlere önce sevgiyle yaklaştılar, sizler kabul etmek istemediniz, ikna etmeye çalıştılar, ikna olmadınız, uyanmamanız için şimdilik zora yeltenmiyorlardı. Mevcut hayatınızdan memnun olduğunuzu, isterlerse onlarında sizlerin hayatlarınıza girebileceklerini ve onlarla her şeyinizi paylaşabileceğinizi, sizlerle birlikte mevcut olan ne varsa her şeyin aynı zamanda sahibi de olabileceklerini söylediniz. Birlikte çalışıp, üretip, tüketmeyi teklif ettiniz, kimsenin kimseden üstün olmadığını, herkesin kardeş ve eşit olduğunu söylediniz. Kabul etmediler, yine sizleri ikna etmeye çalıştılar. Yine başaramadılar ama üstelemenin de anlamsız olabileceğini düşündüler ve aranıza girmeyi kabul ettiler. Sizlere iyice alışıp, sizleri de kendilerine ve pisliklerine iyice alıştırdıktan sonra, kendi aralarında gizli gizli görüşmeye başladılar. Mütemadiyen sizlerin üzerinizde kirli planlar yapmaya devam ettiler bu meyanda. Birbirleriyle böyle olmayacağını, korkutma tekniğinin de şu anlık işe yaramayacağını konuştular. Sizlerin aranızı bozmanın daha akıllıca olduğunda anlaştılar. Her biri sizlerden birinizdenmiş gibi görünecekti ve her biri kendisinden göründüğünü kendine çekip diğerine karşı ajite edecekti, böylece kargaşa ve kaos olacaktı, kadim kardeşlik bozulacaktı ve sonu gelmeyen düşmanlıklar peyda olacaktı. Böylesi bir ortam da onlara kazandıracaktı ve onları sizler üzerinde ebedi egemenler yapacaktı. Nihayet iyice ortama ayak uydurduktan ve sizlerinde güvenlerinizi kazandıktan sonra planlarını uygulamaya başladılar. Sizlerin aranıza girdiler, sizleri birbirinize karşı sessizce tahrik ettiler ve birbirinize düşürdüler. Sizler birbirinizle çatışmaya başlayınca, suçlu sizlermişsiniz gibi, bakınız bu durum böyle gitmez dediler, masum pozlarına büründüler, düzen olamazsa barış olmaz dediler, sizler barış içinde kardeşçe yaşayıp giderken, şimdi bunlar sizlere barışın ve kardeşliğin nasıl olacağını öğretiyorlardı, yeniden ilk planlarını ortaya attılar, bir mekanizma tesis edildiği takdirde o mekanizmanın barışı sağlayabileceğini, kardeşçe yaşamı getirebileceğini, sahip olunan şeylerin güvende olacağını iddia ettiler, güvenlik diye bir derdiniz yokken artık güvenlik diye bir derdinizde olmuş oldu ve nihayet neticeye ulaştılar, istedikleri mekanizmayı teşekkül ettirdiler, mekanizmanın başına da kendileri geçtiler, şüphelenmemeniz için sizlerden de birilerini yanlarına aldılar yani sizdenmiş gibi görünüp, onlar adına sizleri uyutacak ve aldatacak birilerini, artık sizler onların egemenliği altındaydınız yani onların köleleri olmuştunuz. Silahlı ve silahsız güçler teşekkül ettirdiler ve bunlarla sizlerin üzerinize korku bulutları gönderdiler, düşüncelerini kâğıt üzerine döktüler ve sizlere hukuk kuralları diye yedirdiler. İşte devlet denilen şey böylece icat oldu ve zamanla hepiniz devlet denilen, size yabancı olan, sizi kendinize ve birbirinize yabancılaştıran, sizleri birbirinize düşman eden, bitevi güçlü olanların elinde bulunan aygıtın köleleri oldunuz. Devlet zaten sizdiniz, sizin içinizdeydi ama sizin dışınıza çıkınca sizleri tutsak alan, köleleştiren, sizleri birbirinizle dövüştüren bir şey oldu, haddizatında devlet bile devlete yabancılaştı ve siz gerçek devletinizi kaybettiniz, yapay bir devletin kurbanları oldunuz. Sonra sizlerden bazılarını o devletin bazı bölümlerinin başına geçirdiler, sizden aldıklarını sizin yaptıklarınız karşılığında yine size geri verdiler ve yapmanız gereken şeyinde devleti ve devletin olan ne varsa korumak olduğunu söylediler. Artık uğruna öleceğiniz bir şey peyda olmuştu. Ölüm diye bir şey bilmezken, bundan sonra ölümle yatıp kalkar oldunuz. Bundan böyle yaşamak hayal ve haram olacaktı size. Yani artık sizler sahiplik nedir bilmezken, zaten her şey sizinken, bir anda her şey devletin yani devlet denilen aygıta egemen olan karanlık adamların oluverdi ve korumaya ihtiyaç duyamadığınız şeyleri korumanız gerektiğini gördünüz. Önce hiçbir şey anlayamadınız ama anladığınızda ise her şey olup bitmişti. Ve siz yine sizi sizden çalan şeyi koruyacaktınız ve bir de karşılığında bir şeyler alacaktınız, her şey sizinken artık o her şeyden çok küçük bir parça sizin olacaktı, üstelikte başkalarına hizmet karşılığında, köleliği ittihaz etmek mukabilinde. Bir devletiniz oldu nihayet ve devletle birlikte çok şeyiniz olmuş gibi oldu, yani güya hiçbir şeyiniz yokken her şeyiniz olmuş gibi oldu, aslında yine hiçbir şeyiniz olmadı ama varmış gibi hissettirildi, algılatıldı, gösterildi, inandınız. Böylece her şey sizinken, her şeyinizi ele geçirip, o her şeyden küçücük bir şey verene minnet duymaya başladınız. Denizin içindeyken, göletin içine düştünüz; yıldızlar sizinken, yıldızlara bakmaya hasret kaldınız. Ve o şeyden her bir şeyi kendi aralarında paylaştılar ve her birinin sizlerden bir guruba yanaşmalarını istediler ve sizlere sahiplendirdikleri şeylerin propagandasını yaptılar. Gerçekte birbirileriyleydiler ama karşınıza geçtiklerin de birbirlerine karşılarmış gibi davrandılar. Bu, sizlerden her bir parçanın, onlardan her birinin peşine takılmanız içindi. Onların gerçekten de birbirilerine düşman olduklarına inandınız ve onları korumak için birbirinize düşman oldunuz, siz bölündükçe ve öldükçe onlar kazandılar. Onlar birdi ama sizler paramparçaydınız artık ve onlara muhtaçmışsınız gibi bir durum ortaya çıkmıştı. Topraklarınız sizindi ama siz topraklarınızı birbirinize karşı savunmaya başladınız. Bir dininiz oldu ve olmayan ama oldurulan şeyi birbirinize karşı savunmaya ve korumaya başladınız. Mülk diye bir şey bilmezken olmayan mülkünüzü birbirinizden korumaya çalıştınız. Hiçbir şeyin sahibi değilken her şeyin sahibi oldunuz ama gerçekte her şey sizin sahibiniz oldu ve bir gün onları korumak gerektiğini ve korumak içinde devletin yanında olmanız gerektiğini düşündünüz. Devletin yanında olmak, onun adamı olmak zamanla hoşunuza gitti, çünkü güç ordaydı, servet ordaydı, şöhret ordaydı, din onundu, topraklar onundu, evler onundu, onunla olursanız aynı şeyler sizinde olacaktı. Gerçekte ise asla olmayacaktı. Böylece iflah olmayacak bir yola girdiniz. Kendiniz için çalışırken başkaları için çalışmaya başladınız. Sofranızda hep birlikte otururken artık oturamaz oldunuz, ortaklarınız çoğaldı ve çoğalan ortaklarınız sizlerin sofraya getirdiklerinize göz koydular, sizler aç kalırken onlar doydular, kendi sofranızı kurdunuz ama kendiniz oturamadınız, oturanları doyurdunuz. Üzerinden geçemeyeceğiniz köprüler yaptınız, içinde oturamayacağınız evler inşa ettiniz, şatolar, saraylar yaptınız içine giremeyeceğiniz, binemeyeceğiniz arabalar yaptınız. Kendi şarkılarınızı söylerken ve doğanın eşsiz şarkılarını dinlerken, size şarkı söyleyecek insanlar buldular ve dinlemek için size bedel ödettiler. Sizler için türlü türlü oyunlar ve oyuncaklar buldular ve sizleri narkozladılar, uyuttular. Sizler için türlü şeyler icat ettiler ama her şey için de büyük bedeller ödettiler. Gazeteler, televizyonlar, eğlenceler ve neler neler, sizler bunlarla avunurken, bunlara inanıp birbirinizi diri diri yerken, zaman içinde kendinize ve gerçeklere yabancılaştınız, egemenlerin yalanlarına inanmaya başladınız. Gerçek olan hayatınız artık koca bir yalandan ibaretti. Artık gerçek yaşamınız hafızanızdan silinmişti ve sanki o yaşamı çağırmak ölümden beterdi sizin için, koca bir yalan olan yaşama çok çabuk alıştınız ve gerçek yaşamın üretilmiş yaşam olduğunu sandınız. Eski hayatınıza, doğal yaşamınıza dönmek ölümden beterdi sizin için. Dahası geride bıraktığınız gerçek hayatınıza düşman oldunuz. Sahip olmadan, sahip olmak adına gerekirse ihanet etmeden yaşayamayacağınızı sandınız, çünkü öyle bir hayata alıştırıldınız ki, iflah olmanız imkânsızlaştırıldı. Çünkü o hayatınıza yabancılaşmıştınız ve yeni hayatınızı canınız pahasına benimsemiştiniz. Mutlak bir açmaza düştünüz, bir fanusun içine mahkûm edildiniz. Çırpındıkça daha dibe battınız, battıkça da sizleri bu duruma düşürenlerin paçalarına daha sıkı yapışmaya çalıştınız. Zamanla size rağmen ama sizinle birlikte kurulan düzene iyice alıştınız, düzenin her şeyini kanıksadınız, başka türlüsünün hayal bile edilemeyeceğini düşlemeye başladınız, olabileceğini düşleyenlere düşman oldunuz ve mevcut olanı korumak adına onlarla yani kardeşlerinizle savaşmaya başladınız. Yaşamaya düştüğünüz dünyada, ölüm düzeninin içine atıldınız, her gün yaşamak içindi, siz her gün öldünüz. Oysa hayal edemeyeceğinizi düşündüğünüz hayatı dün yaşıyordunuz ama uyuşturuldunuz ve unutturuldunuz, hafızanızı sildiler ve silinen hafızanızı yeniden doldurdular. Size ait olan hafızanızı, kendilerine ait kodlarla doldurdular ve kendinizdiniz ama onlar gibi oldunuz. Bir de sizlere boş bir umut olacak olan ama düzenin de iflah olmaz köleleri olmanıza yol açacak olan, her seçimle özgürlüğünüzü daha bir kaybedeceğiniz kesin olan seçim diye bir şey icat ettiler, güya seçimi siz yapıp istediğinizi seçecektiniz ve böylece egemen olma hayali kuracaktınız ama bu tamamen boş bir avuntuydu, çünkü her seçimle yine egemen olanlar egemenliklerini perçinleyeceklerdi, sizlerde köle olarak kalacaktınız, üstelikte bu yolda sonsuza kadar birbirinizle savaşacaktınız sizin sevdikleriniz egemen olsun diye, oysa her egemen olanla birlikte hepiniz birlikte kaybetmekteydiniz, anlayamadınız kirli oyunu. Siz egemenlere piyonluk yaptınız, egemenler sizlere efendi oldular ve sizleri sonu gelmeyen bir savaş cehenneminin içine atıverdiler. Siz öldükçe egemenler güçlendiler, palazlandılar ve sizleri kendilerine mutlak anlamda köle yaptılar. Bu savaşta devlet ve devlete dair ne varsa hepsini kullanarak düşlerinin peşinden gidenlerle savaştınız. Her devirde sizler ve düzenin efendileri olanlar kazandınız, çünkü her ne varsa sizin yanınızdaydı, mevcut düzene hayır diyenlerin yani kadim doğal düzene dönmek isteyenlerin ise hiçbir şeyleri yoktu. Bu yüzden her devirde sizler başarılı oldunuz yani karanlık adamların peşlerine takılanlar. Oysa duvarları yıkıverseniz, zincirleri kırıverseniz, perdeyi indiriverseniz gerçekleri görecektiniz, bir zamanlar kimdiniz anlayacaktınız ve daha ötesi yaşamaktı, yaşamaya bir adım vardı ama hiç istemediniz, çünkü düzenin kendisi siz olmuştunuz ve hayır diyenleri kendinize düşman bilmiştiniz. Gün geçtikçe geri dönüşü imkânsız olan bir yola girdiniz. Güçlerinizi birleştirip size yabancı olan ve sizleri de her şeye yabancılaştıran ne varsa yok edebilirdiniz ama istemediniz, istemeyi başaramadınız. İşte ilk halinizin adı doğal insani düzendi yani Sosyal Adalet’in, Doğal Adalet’in egemen olduğu düzendi, son halinizin adı yapay ve vahşi hayvani düzendi yani Kapitalizm’di. Şimdi hangisi iyidir, hangisi insancadır, hangisi olması gerekendir, hangisi insanlık onuruna yakışandır, karar sizindir. Şimdi tercih zamanıdır. Ya kölelik ya insanlık! Ya Sosyal-Doğal Adalet ya Kapitalizm! Ya özgürlük ya kula kulluk! Ya istiklal ya ölüm! Neye layık olduğunuza özgür iradelerinizle siz karar vereceksiniz ve layık olduğunuz şeyi kendi özgür iradenizle, kendi kavganızla kazanacaksınız. Cesaretiniz var mı çalınmış hayatınızı kazanmaya ve size ait olmayan yapay düzeni yani Kapitalizmi yok edip, doğal düzene yani Sosyal-Doğal Adaletin egemen olduğu düzene yeniden dönmeye? Ama ne istediğinizi bilmeli, istediğinizi bilinçli istemeli ve istemekten asla vazgeçmemelisiniz. Vazgeçmeyi düşünmek bile kaybetmektir! Tanrı’nın istediği de budur. Tanrı sizi özgür iradelerinizle sınıyor. Çünkü O’nun istediğini yani kadim doğal düzeni yani Sosyal-Doğal Adalet’in egemen olduğu düzeni ancak sizler gerçekleştirebilirsiniz. Sizler Tanrı’nın istediği düzenin mimarlarısınız. Var mısınız doğal düzeni, Sosyal Adalet düzenini yeniden inşa etmeye? Zincirlerinizden ve köleliliğinizden başka kaybedecek neyiniz var? Ama kazanacağınız insanca bir yaşamınız var, kaybettiğiniz, çalınmış hayatınız var! Kaderimiz kendi ellerimizdedir ve özgür iradelerimizle biz tayin edeceğiz. Ya devleti insanlaştırmalı, Sosyal Devlet yapmalı ya da insanın devletini, Sosyal-Doğal Devleti, kurmalıyız! Gelinen noktada; insan hastadır, hayat hastadır, dünya hastadır, hülasa; sağlam tek bir şey kalmamıştır, her şey an be an hastalık üretmeye devam etmektedir. Şimdi bu hastalıklı yapıdan medet ummak hangi mantıkla bağdaşır? Yahut bir medet umuyorsak bu bugüne kadar bizi bulmalı değil miydi? İnsanlığın topraklarında bugüne kadar her daim kapitalistler egemen oldular, peki bize ne verdiler, devleti ne hale getirdiler, insanlığın topraklarına hangi katkıyı sundular? Yoksa bitevi sömürdüler mi, kutsal olgularla bizleri mi aldattılar dünyalık çıkarları uğruna? Bu hastalıklı yapıyla nereye kadar gidebiliriz, daha ne kadar var olabiliriz? Bu hastalıklı yapının ve uzantısı olan yapıların külliyen yok olması elzemdir, tertemiz bir sayfa açmak için. Nietzsche’nin dediği gibi artık tüm değerler bozulmuştur, kokmuştur, mevcut değerlerin temelli olarak yok olması ve bizi yeniden var edip, yepyeni bir insan olarak yaratacak değerlerin yeniden yaratılması gerekmektedir. Bilinmelidir ki, tahtlar spontane devrilmezler, altlarında ki toprak kaydırılmalıdır ki devrilmelerine şahitlik edilebilsin. Devrimden başka kurtuluş yolu, mücadeleden başka kurtuluş ışığı, direnişten başka kurtuluş kılıcı yoktur. Ama her şey insan için ve insanca olmalıdır! Çünkü kalpleri fethetmek ve o kalplerde payidar kalmak ancak böyle kabildir. Ve mutlak gerçekliğin de en berrak ifadesi şudur ki; ‘’ezilenlerin, sömürülenlerin, zaafa uğratılmışların, aldatılmışların, uyutulmuşların, kullaştırılmış ve köleleştirilmiş olanların gerçek bayramı; Devrim Günü olacaktır’’ ve keza yine öldürülemez bir gerçeklik şudur; ‘’Doğanın sonsuzluğunun yansımalarından biri olan ve insanlığın topraklarının bir tarafını ifade eden Doğu’dan bir güneş doğacak, kapitalizmin ileri aşaması olan emperyalizm yok olacak ve büyük insanlığın tüm halkları gülecektir.’’ Ve en nihayetinde Tanrı diyor ki; ‘’biz ezilmişleri, güçsüz düşürülmüşleri, zaafa uğratılmışları yeryüzüne varisler kılmak, önderler yapmak istiyoruz.’’ Öyleyse insanlık ailesinin tüm ezilmişleri, güçsüz düşürülmüşleri, zaafa uğratılmışları bu vaadi hak etmek için gayret etmelidir. Zalimlere karşı birleşmelidir ve büyük hedefe mülaki olmak için ayağa kalkmalıdır. Vakit itiraz etme ve isyan vaktidir! Çünkü Tanrı vaadini hak edenlere layık görecektir. Zira herkese emeğinin karşılığını verecektir. Zincirlerinizden ve köleliğimizden başka kaybedecek hiçbir şeyiniz de olmadığına göre ey yeryüzü ezilenleri birleşiniz ve bu dünyayı yerle yeksan eyleyip yeni bir dünya inşa ediniz. Bekledikçe, beklediğiniz asla gelmeyecektir, beklenileni getirecek olan bekleyenin yapacağı hamledir! Hareket olmayan yerde yaşamak yoktur!
NASIL KÖLE OLDUK? YA SOSYAL ADALET YA KAPİTALİZM...
Özgür DENİZ - 15.10.2022
Tarih: 15.10.2022
Okunma: 242
YORUMLAR
Yorumunuzu ekleyin.