Büyükanne, dede ve dört yaşındaki torunları Ayça öğle yemeği için masaya oturdular. Önce, hepsi birer kâse çorba içti. İkinci yemek, “arapsaçı otu”ydu. Torun, “ben ondan yemem” dedi. Bir gün evvelki akşam yemeğinden kalan sulu köfteyi ısıtıp Ayça’nın önüne koydular.
Yemeklerini yerken, torun, “siz neden sulu köfte yemiyorsunuz?” diye sordu.
Dede, bu sorudan, “Köftenin hepsini bana verdiniz, size kalmadı, siz yemezseniz, ben de yemem” anlamını çıkardı. Torunu yemeğini yesin diye onun beğeneceği bir cevap vermek istedi: Başıyla ocağı işaret ederek, “Bizim köftelerimiz orada, sen tabağındakileri bitirmelisin” dedi.
Bunun üzerine Ayça, son derece ciddi bir şekilde, “Dede, sen de o kadar açgözlü olma. Üçüncü yemeği de yeme” demesin mi?
Büyükanne de dede de bu cevaba şaştı kaldı!
Aslında, fazla yemenin, bir oturuşta üç çeşit veya üç tabak yemek yemenin “açgözlülük” olduğunu dede kabul ediyordu. Fakat bunu 4 yaşındaki çocuk nereden biliyordu, nereden çıkarmıştı? Bu konuda torunuyla hiçbir şey konuşmamıştı. Genellikle tam tersine, gelişme çağındaki bir çocuğa her zaman daha fazla yemesi telkin edilip duruyordu.
Dedeyi aldı bir düşünce…
Üçüncü yemeğin veya üç kap yemenin “açgözlülük” olduğunu dört yaşındaki çocuk biliyor da asıl bilmesi gereken yetişkinler neden bilmiyor veya bilmezlikten geliyordu?
Hayret!
Hayret!
Hayret!
Ayça’nın beklediği cevap, herhalde, “Sen de iki tabak yiyorsun, biz de… Biz üçüncü tabağı yemeyeceğiz” şeklinde olmalıydı.
Dede, Ayça’ya, “Doğru, Ayça. Üçüncü yemeği yemek açgözlülük olur. Üçüncüyü yemeyeceğiz.” dedi.
4 yaşındaki çocuktan çok büyük bir ders almışlardı…
Evrensel ölçülerde, evrensel büyüklükte bir ibret dersi!
x x x
İLGİLİ YAZI