Hepimiz, yukarıda özetlediğim duruma düşmeye adayız. Bikere, bunu daima hatırda tutalım.
Öte yandan, kendimiz de yaşlandığımız halde, önümüzde bizden yaşlı bir yakınımız, anamız-babamız varsa ona bakmak, elbette bize düşer.
İş başa düştü… Peki o vakit nasıl bakmalı? Bir yaşlı büyüğümüze bakarken başımıza neler gelir? Yorulur muyuz? Öfkelenir miyiz? Usanç mı gelir? Zaman zaman tiksinir miyiz? Sosyal hayatımız felç mi olur? Sağlığımızı kaybedebilir miyiz?
Evet, hepsi ve daha fazlası olabilir!
Öyleyse, bunların üstesinden nasıl geleceğiz? Nasıl gelebileceğiz?
Birincisi, her şeyden önce, işe “sevgiyle” başlamamız, olaya sevgiyle bakmamız lâzım! Sevgiyle başlanan ve severek yapılan hiçbir iş insana yorgunluk vermez. Bıkkınlık vermez. Bunun en iyi örneğini, anneyle bebeği arasındaki “bakım” ilişkisinde görebiliriz. Bebek, neredeyse her an anneye eziyet eder, âdeta annesini yıldırır. Ama anne yılmaz. Asla yılmaz. Asla bıkmaz, usanmaz. Asla yorulmaz. Çünkü bebeğe duyduğu sevgi her türlü zorluğun, yorgunluğun üstesinden gelmesini sağlar.
Yaşlı da artık bebek gibidir. Anne-baba bebek, evlat anne-baba olmuştur. Şimdi, “bakma” sırası evlattadır. Evlat, “evlat”sa, anne-babanın kendisine baktığı gibi, sırası gelince, o da anne-babasına aynı sevgiyle bakar.
Yaşlı, bebek gibi, düşünemez, aklında tutamaz, tekrar tekrar sorar, tekrar tekrar ister, şimdi istediğini biraz sonra reddeder.
Bunlara ve aşağıda sıraladığım bıktırıcı davranışlara karşı sınırsız bir sabırla yaklaşmak lâzım!
Sabah kalktığında, “uyudun mu?” sorunuza, “uyudum” diye cevap verir. Öğleden sonra, “ben dün akşam hiç uymadım” diye şikâyet eder.
Tuvaletten sonra musluğu iyice sıkmaz, elektriği açık unutur. Sonra, “musluk kapanmıyor, her şey bozulmuş” diye şikâyetçi olur.
Kahvaltıda, yemeklerde dün iştahla yediği yiyeceği bugün hiç canı istemez. Ağzından yemek artıklarını çıkarıp tabağa veya masaya bırakır. Bunlardan tiksinmeli miyiz? Belki! Fakat düşünmeli: Biz bebekliğimizde onu tiksindirecek neler yaptık acaba? O bizden tiksindi mi? Demek tiksinmemeli, tiksindiğimizi belli etmemeliyiz.
Belki kullandığı çok çeşitli ilaçlardan, belki ihtiyarlığından veya her iki sebepten, yaşlının ağzının tadı kaçacaktır. Misal, en çok sevdiği peynirin tadını bitürlü bulamayacaktır. En iyi peynirleri aldıracak, her birini tattıktan sonra, “zehir bu zehir” diyecektir. Bunu anlayışla karşılamak lâzım. Durumu bir kere anlattıktan sonra ona hak vermek lâzım! “Senin ağzının tadı yok” gibi onu kıracak ifadelerden kaçınmak lâzım.
Pek çok konuda eskisi kadar hoşgörülü olmayacak, yepyeni huylar, söylemler edinebilecektir. Yaşlıyla kat’iyen tartışmaya girmemelidir. Onun amacı, birilerini suçlamak değildir, amacı, büyük bir ihtimalle sadece konuşmak, içini dökmektir. Sessizce dinlemek, çoğu zaman en iyisidir. Yaşlı, konuşup rahatlayacaktır.
Ağır işitecek, zor algılayacaktır. Her sözünüzü en az iki kez tekrar ettirecektir. Bazen, söylediğiniz tek kelimeyi bitürlü anlayamayacak… Söz gelimi, “kebap” kelimesini anlayamayacak, size tekrar tekrar “hıı”, “hıı”, “ne dedin?” diye soracak, siz yedi kez tekrarladıktan sonra, “yaa, ben kabak filan yemem” diyecektir.
Ona en iyi şekilde baktığınız, elinizden gelenin fazlasını yaptığınız halde, bazen sizi suçlayabilir. Böyle durumlarda savunmaya geçmeye gerek yoktur. Yine sessizce dinlemekle yetinilmelidir. Çünkü biraz sonra aynı yaşlı size hayır-dualarını yağdırabilir.
Size sık sık hayır dua eder. Ona baktığınız için sizi, işinizden-eşinizden uzaklaştırdığı için suçluluk duyabilir, eksikli olur ve bunu da size söyleyebilir. O durumda, yaşlıya bakmaktan rahatsız olmadığımızı, biz küçükken o bize nasıl aylar, yıllar boyunca bakmışsa, şimdi sıranın bizde olduğunu, ona bakmaktan “onur” duyduğumuzu samimi bir dille ifade etmeli, onun bu konuda kendisini iyi hissetmesini sağlamalıyız.
Sık sık kendini kötü hissettiği olacak, doktora, hastaneye gitmek isteyecektir. Doktordan ve haptan mucizeler bekleyecek, bir hapın kendisini 25 yaşına döndürmesini umacaktır. Buna anlayış göstermeli, doktor-hastane istekleri mümkün olduğu kadar yerine getirilmelidir.
Zaman zaman acil servise gitmek zorunda kalacaksınız. Orada kendi rahatsızlığını ifade etmekte güçlük çekecek. Siz sesi, dili olacaksınız. Orada beklerken veya başka bir ortamda kusabilecektir. Takma dişlerini eteğinde biriken kusmuğuna düşürebilecektir. O dişleri oradan alıp tertemiz kendisine teslim etmek size düşecektir. Bunlara fikren ve fiziken hazırlıklı olmalı, yanımızda naylon torba ve bol miktarda peçete bulundurmalıyız. Tiksinmemeliyiz. O durumda da kendisini iyi hissettirmenin yolunu bulmalı, asla yaşlıyı suçlamamalıyız.
İnsanız. Etten, kemikten, sinirden yaratılmışız… Tabii bazen, öfkeleniriz, yaşlı bizi çok öfkelendirebilir. Öfkemizi ona asla yansıtmamalıyız. Bu, işleri daha kötü bir hale getirir. O durumlarda, yaşlının hatta kendimizin altı ay ömrümüzün kaldığını düşünelim. Eğer o kadar az vakti veya vaktimiz kalmış olsaydı nasıl davranırdık? Neyin önemi ve önceliği olurdu? Vakti o kadar az kalmışsa kızmak, öfkelenmek insafa sığar mı?
Evde, günlük yaşayış, mümkün olduğu kadar sağlıklı şartlardaki gibi sürdürülmeli. Yatma-kalkma saatleri, öğünler, çay saati, misafir kabulü eskiden olduğu gibi uygulanmalı. Yaşlının üstü-başı, bardağı-tabağı her şeyi tertemiz olmalı. Ortalık derli toplu bulundurulmalı, ortada, mutfakta kirli çatal-kaşık, tabak …vs. bırakılmamalı. Kirli bulaşıklar hemen bulaşık makinesine yerleştirilmeli. Makine sık sık, en geç iki günde bir çalıştırılmalı.
Yaşlıya mümkün olduğunca çok müzik dinletilmeli. Yumuşak, kulağa hoş gelen melodiler, ezgiler ona iyi gelecektir. Bunun için TRT Müzik kanalının ideal olduğunu düşünüyorum. Gerilimli sahne ve programları seyretmesinden kaçınılmalıdır.
KİLO ALABİLİRSİNİZ, SAĞLIĞINIZ BOZULABİLİR
Yaşlının canı pek çok şey çeker, hepsini aldırır, pişirtir. Fakat önüne geldiğinde o yiyeceklerin çoğunu içi almaz veya çok azını yer. O yiyeceklerin çoğu size kalır. Onun için sizin porsiyonlarınız da yaşlınınkiler de bebek porsiyonu kadar küçük olmalıdır. Yedikçe takviye edilebilir. Yemek yemesi düzensiz ve çok çeşitli olduğundan, siz de ona uyacağınızdan, bu düzensizlik kontrolsüz kilo almaya yol açabilir.
Spor etkinlikleriniz ve hatta yürüyüşe çıkmanız bile aksayacağından, hareketsizlik hem kilo almaya hem de sağlığın yavaş yavaş bozulmasına sebep olabilir.
Dolayısıyla, böyle bir hayat tarzı uzun süre devam ettirilemez. Hastaya bakan kişi en fazla bir ay sonunda bakımı bir başka yakınına bırakmalıdır. Yaşlıya bir ay boyunca bakmış olan kişi en az on gün dinlenmelidir.
ERDEM
Yaşlıya hakkıyla, sabırla bakabilirsek bu bizi olgunlaştırır. Daha olgun bir insan oluruz. Erdemli bir davranış göstermiş oluruz. Erdemimiz artar.
x x x
Öneri
SABIR Ne Demek? SABRIN Kıymetini Bilmek!